Divriği, Sivas
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sivas ilinin bir ilçesidir ve Türkiyenin en zengin demir yataklarına sahiptir.
Divriği tarihi:
İlçenin tarihi geçmişi Hititlere kadar dayanır. İlk kuruluşunun M.Ö. 90 senelerinde olduğu ileri sürülmektedir. Hükümdar Pond Kralı Midridat ile Romalılar arasında Palanga düzlüğünde yapılan savaşı Roma orduları kumandanı Ponpei kazanmıştır. Başarısını ebedileştirmek amacıyla zafer şehri anlamına gelen Nikopolis adıyla Divriği kentinin ilk kuruluşu başlamıştır. Yöre İÖ 550'de Perslerin egemenliğinde, İÖ 334'ten sonra da bir süre İskender'in işgali altında kalmıştır. İÖ 330'larda Kappadokia Krallığı'na bağlanmış, Krallığın Roma egemenliğini tanımasının ardından da kısa sürelerle Pontus Devleti ve Sasaniler tarafından yönetilmiştir.
Divriği’nin eski tarihi konusunda geniş ve yeterli bir bilgi bulunmamakla birlikte, ilçenin bugünkü adı Bizans devrinde buraya verilen Tephrike’den (Tefrike-Teprice) gelir. Eski yunan yazılarında da ismi Apbrike olarak görülen ve Bizans Döneminde bir sınır kalesi olan ilçe adı, XIII. Yüzyılda İbn Bibi’nin Selçuk namesinde ve bazı kaynaklarda Divrik şeklinde de geçer. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde ise şehrin adı bugün olduğu gibi "Divriği" olarak yazılmaktadır.
VII. Asrın başında Sasanilerin istilasına uğrayan Divriği ve yöresi, Heraklius tarafından Sasani yayılmasından kurtarılmasından çok geçmeden Arap ordularının saldırılarına ve güneyde yerleşmiş askeri kolonilerden gelen akınlara hedef olmuştur. Arap coğrafyacıların ilk kaynaklara uygun olarak “APBRİK” (Tephrike) diye tesbit ettikleri şehir Bizans ile İran arasında bir sınır kalesi rolünü oynamış, daha sonra arap akınlarına da uğramıştır. Halkı Antakya Piskoposu Samsaldı Pavlos’un ortaya koyduğu Hırıstiyan-pagan karışımı mezhebi kabul etmiş olduğundan Pavlikyan adı ile anılırlardı. Pavlikyanlar zaman zaman Bizanslılarla veya Araplarla çatışmışlar ve yaşadıkları yörenin sapalığından faydalanarak burada uzun süre tutunmuşlardır. Arapların “Biyalıka”, Rumların Paulician dedikleri Paulikyanlar Divriğide kaleler ve tapınaklar yaparak burayı başkent edindiler. 9.yy da başka bölgedeki dindaşları kaçıp Divriği’ye sığındılar. Güçlü önderlerin yönetiminde ayaklanan Paulikyanlar’a karşı, Bizans İmparatorları Mihail III (842-867), Bsileus I (867-886) ve Leo VI (886-912) seferler düzenlediler. Kent ve çevresi çok kanlı olaylara ve kıyımlara tanık oldu. Halkın büyük çoğunluğu da sürgüne gönderildi. Bir Bizans garnizonunun yerleştiği Tephrike Kalesi, Sasani ve Abbasi sınırlarına yakın bir konumda haber alma ve ileri karakol olarak önem kazandı. Divriğinin yakınında bulunan bir mağara ve bir kilise şehre kutsallık kazandırıyordu. Mağarada saklanmakta olan din şehitlerinin cesetleri ise (Ahab-ı Keht) olarak değerlendiriliyordu. Paulikyanlar Ankara ya kadar uzanan bütün Kapadokya’yı ele geçirmişlerdir.
1071 Malazgirt zaferinden az sonra Divriği dolayları Türk hakimiyetine geçmiş ve Erzincan’a yerleşen emîr Mengücek ailesinin 1180-1252 yılları arasında Divriği’de hüküm süren bir kolu burada hâlâ dikkati çeken anıtlar bırakmıştır. Bizans ordusunun büyük bir kısmı Malazgirt savaşında yok edildiği için Türklere karşı koyacak düzenli bir kuvvet kalmamıştır. Merkezi Erzincan olan Mengücük Devletinin kurucusu Mengücük Gazi hayatta iken Divriği ve çevresini oğlu İshak Bey'e terk etmiştir. Bunun üzerine 1095'de Divriği Mengücek Devleti kurulmuş oldu. Bu küçük devlet doğuda Erzincan, güney-batıda Danişmentler, kuzey-kuzeybatıda Saltuk Oğulları ile çevriliydi. Danişmentlilerle beraber Karadeniz rumlarına karşı mücadelelere katılıyorlardı. Divriği Mengüceklerinden yalnızca Şahin şah adına kesilen paraların örnekleri bulunabilmiştir. Şahin şah hakkında, Divriği Ulucami yanında yaptırılan türbenin tikabesinde “Gazilerin hâmisi, İslâm sınırlarının koruyucusu, fakir, zayıf ve mazlumların sığınağı, kâfir ve dinsizlerin kökünü kazıyan” gibi sıfatlar yer almaktadır.
Melik Ahmet Şah (1228 den önce -1252 den önce) Anadolu’da kargaşalığın hüküm sürdüğü döneme rastlayan şahlığı döneminde yakın zamana kadar şehrin içme suyu ihtiyacı karşılayan Ahmet Şah suyu, yol, savunma, ibadet, hayır kurumu, sağlık, ulucami, iki hamam, türbeler, bedesten ve çevre köylere hanlar, çeşmeler, köprüler yapıldı. Divriği'nin en parlak dönemi Ahmet Şah döneminde yaşandığı bilinmektedir. Moğolların Anadoluyu istilâ ettiği dönemde Divriği kalesini genişletip onartmış ve bu çalışmalar 1232-1252'lere kadar yani oğlu Melik Salih dönemine kadar sürdürülmüştür. Aslında Ulucami yapımının başlandığı 626-1228 den itibaren 1247 ye kadar bayındırlık ve sanat çalışmaları devam etmiş, yegane içme suyu olan Ahmet Şah suyu 20.yy ilk yarısına kadar kullanılmıştır.
Melik Ahmet Şah'ın oğlu olan Melik Müeyyed Salih (1143-1152 arası-1277'ye doğru), 641(1243) deki Moğol saldırıları sırasında yıkılan Divriği kalesinin surlarını onartmış, yeni burçlar yaptırmış ve Aslanburç’ada kitabesini koydurtmuştur. Bu kitabeden anlaşılacağı üzere Melik Salih Selçuklulara bağlı yarı egemen bir beylik sürdürmüştür. Kitabede şah unvanının kullanılmadığı dikkati çekmektedir. Prens Salih Selçukluların koruyuculuğu altındaki Divriği'deki Mengücekoğulları varlığını bir süre daha ayakta tutmuştur.
Divriği, Mengüceklerden Selçuklulara, onlardan da İlhanlılara geçmiş, XIV.yy. başlarında Mısır Memluk devletinin hâkimiyeti altında kalmıştır. 675 (1276-1277) de Hülagunun oğlu İran İlhanlı hükümdarı Abaka, Mısır Memlüklülerine karşı Elbistan seferine giderken, Divriği'ye de uğramış, şehir eşrafının kendisini istikbal ederek iyi bir şekilde karşılamasına rağmen surların yıkılmasını emretmiştir. Mısır Memlüklülerinin hükümdarı,Melik Zahır Baybars'ın orduları tarafından şehir1381'de tamamen işgal edilmiştir. 1340' a kadar geçici Moğol (İlhanlı) işgalinde kalan Divriği 1340-1398 tarihleri arasında yerli bir hanedan olan Şuhrilerin yönetiminde, Eratna sonra da Kadı Burhaneddin hükümetine bağımlı kalmıştır. Memlüklü döneminde Naibu's Sultana unvanıyla yöneticilikte bulunanlar yeni birçok cami, türbe, han, hamam ve zaviye yaptırdılar. Kantepe, Hoca Mercan, Araplık, Kadı İskender adlarını taşıyan eserler Memlüklüler döneminden kalmadır.
Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin’in ölümü (1398) üzerine Yıldırım Beyazid bölgeye hakim olmuş, fakat Timur’a karşı mısırlı vali İbrahim Şuhhi ile bir antlaşma yaparken Divriği kalesini Memluklulara bırakmak zorunda kalmıştır. Anadolu'daki Türk Birliğinin dağılmasından sonra, Mısır memluk yönetiminde kalan Divriği, 1398 yılında Osmanlı padişahı I. Beyazıd tarafından, o devirde Mısır valisi olan İbrahim Şuhhi'nin oğlundan teslim alınmıştır. 1401 yılında ilçe Timur'un istilasına uğramıştır.
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Divriği:
Divriği’nin Osmanlı mülküne kesin olarak katılması Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık (1516) seferinden sonra olmuştur. Böylelikle Divriği, Sivas eyaletine önce sancak, sonra kaza merkezi olarak bağlandı. Devletin kuvveti zayıfladıkça Divriği önemini kaybetti ve XIX. yy. sonlarında çevresi asayişsizlikten sıkıntı çekti. Bu sırada nüfusu 5000’e düşmüştü ve Divriği’ye Sivas-Erzincan yolundan Zara’da ayrılarak ulaşılabiliyordu. Bu durum Cumhuriyet devrine kadar sürdü.
Asayişin yerinde olduğu yıllarda Divriği Harput'u Arapgir üzerinden Zara'ya ve Karadeniz kıyılarına ulaşılan yol üzerinde bir merhale rolünü oynardı. 1850 ye kadar Gürün ve Darende kazaları ile Kangal, Alacahan, İbn-iad nahiyelerini kapsayarak Rum (Sivas) eyaletinin bir sancağı oldu.
1535'de ve sonraki yıllarda birçok kez tahrire tabi tutuldu. Bunlara ait defterler ve süren savaşlar, iç sorunlar, vergilendirme, tımar ve evkaf işleriyle ilgili yüzlerce ferman ve belge Osmanlı arşivlerinden toplandı. Bu konuda muhimme defterlerinden ilginç birkaç örnek vermek yararlı olur; 16. yy ın ikinci yarınsında Divriği kalesinde bazı ayaklanmacı ve Celali önderleri hapsedilmiştir.Yine aynı yıllarda Divriği alay beyleri halka kötülüklerde bulundukları gibi İran'la da gizli ilişkilere girerek Şaha yardım etmeye çalışmaktaydılar. İran'da nal ve mıha duyulan aşırı ihtiyaç sebebiyle Divriği'de üretilen nal ve mıhlar el altından İran'a kaçırılıyordu. Bu işi yapanlar haydutluk suçlamasıyla idam ediliyorlardı. Divriği'deki küherçile imalathanesinin çalışmasını engelleyenlerle İranla işbirliği yapanlar başka bahanelerle asılmaktaydılar. 1580'deki İran seferi sırasında Osmanlı Ordusu için Divriği'den 100 bin nal ve 600 bin mıh sevk edilmiştir.
17. yy da Celali başbuğları yada yardımcıları geçici sürelerle Divriği kalesinde tutundular. Sultan IV.Murat (1623-1640) doğu seferi boyunca Divriği'nin sorunlarıyla da ilgilendi. Kenti önemli merkezlere bağlayan caddeleri kervan yollarını onarttığı gibi köprüler, hanlar yaptırttı. Dumluca, Pamuklu Han, Burmahan konakları ile halen kalıntıları görülebilen bazı çaltı köprüleri de bu dönemden kalmadır. 17. yy ın ikinci yarısında korkunç denilebilecek düzeyde güvensizliğe terk edilen Divriği ve çevresi eşkıya guruplarının baskısına girdi. Bu yüzden köylüler topraklarını bırakıp başka yerlere göçmeye başladılar. 17. yy ın sonlarında ise yerli Ayan ve derebeyleri nüfus kazandılar. Bunların zorbalıkları kadar konar-göçer çetelerin hatta eyalet valilerinin bile baskıları şehri sürekli geriletti.
Ancak 1790'larda otorite kurabilen Vezir Köse Mustafa Paşa ile kent beklenmedik bir gelişme sürecine girdi. Köse Paşa 40 dükkanlı bir demirciler çarşısı yaptırdığı gibi Dumluca ve Ziniski'de de ilkel yöntemlerle demir üretilmesine olanak sağladı. Kuraklığı önlemek için Uluark su cetvelini yeniletirken içme suları akıttı, değirmenler köprüler ve kendi adına da büyük bir cami (Paşa Cami) inşa ettirdi.Fakat oğlu Vezir Hafız Veliyeddin Paşa'nın 1812-1813 yıllarındaki ayaklanması Divriği için bir şansızlık nedeni oldu. 1844'te gerçekleştirilen ilk nüfus tahririnde kentte 10.000 dolayında bir nüfus yaşadığı belirlendi.
1927 sayımında Divriği’nin nüfusu 4789’dan ibaretti. 1937’de demiryolunun buraya erişmesi, yakınında bulunan zengin demir yataklarının işletilerek Karabük Demir-Çelik Fabrikasına gönderilmesine sağladı ve kasabanın nüfusu yavaş yavaş artmaya başladı.
Coğrafi yapı:
Doğu Anadolu Bölgesinde Sivas ilinin bir ilçesi olan ve il merkezine 176 km uzaklıkta bulunan Divriği, Fırat nehrinin bir kolu olan Çaltı çayı vadisi yakınında kurulmuştur. Dünya coğrafyasında 38º-39º doğu meridyenleri, 39º-40º kuzey paralelleri arasında yer alır. İlçenin kuzeyinde Zara ve İmranlı ilçeleri, doğusunda Erzincan ilinin İliç ve Kemaliye ilçeleri, güneydoğusunda Malatya’nın Arapgir ilçesi, güneyinde ise Arguvan ilçesi, yer alır.
İlçenin başlıca dağları Yama dağı (2735 mt), Çengelli dağı (2596 mt), Eğerli Tepesi (2289 mt), Delidağ (2150), Göldağ, Akdağ, Demirli, Geyikli, Sarıçiçek, Iğımbat ve Dumluca dağlarıdır. Önemli suları ise Çaltı Çayı, Hekme çayı, Nih çayı, Kangal (Tatlı çay) çayı, Acı çay ve Gedikbaşı (Karabudak) çaylarıdır. Bu sular Fırat nehrine karışır. 1250 rakımlı ilçenin toprakları Çaltı vadisinde 1000 metreye kadar inerken, vadinin kuzeyinde 2400 metreye, güneyinde ise 2700 metreye kadar çıkar.
İlçede karasal iklim görülmekle, kışları çok sert ve karlı, yazları sıcak ve kurak geçer. İlçenin bazı dağlarında Meşe, Ardıç ve çam türü seyrek orman alanları mevcuttur.
İlçe merkezi 29 mahalleden ibaret olup, Merkeze bağlı 45, Arıkbaşı bucağına bağlı 13, Gedikbaşı bucağına bağlı 11, Mursal bucağına bağlı 12 ve Sincan bucağına bağlı 28 köy olmak üzere toplam 109 köyü mevcuttur. 2935 km² yüzölçümlü ilçenin merkez nüfusu 16000 olup, köyleri ile birlikte toplam nüfusu 38000 civarındadır.
Çaltı Çayı : Sivas'ın güney sıradağlarını oluşturan dağlardan kaynaklanan Çaltı Çayı, Yılanlı dağlarından çıkan Güneş Çayı ile Tecer, Gürleyük ve Karabel yörelerinden kaynaklanan Sincan Çayının, Divriği yakınlarında Cürek boğazında birleşmesiyle meydana gelir ve burada Çaltı adını alır. Keban Barajına kaynaklık eder. Divriği önlerinde akışını sürdüren Çaltı Çayı Sivas-Erzincan demiryolunu takip eder. Uzunluğu 180 km'yi bulmaktadır.
Çaltı Suyu Vadisi : İlin önemli vadilerinden birisi olan Çaltı Suyu Vadisi iki kol halinde başlar. Birisi Kangal Çayı vadisi adıyla Tecer Dağlarının güneybatı yamaçlarından, diğeri ise Kalkım Çayı vadisi adıyla Yama Dağı'nın batı yamaçlarından başlamaktadır. Bu iki vadi Çetinkaya yakınlarında biraz genişler ve birleşir. Birleştikten sonra doğuya yönelen vadi, Tatlı Çayı vadisi adını alır ve dar bir yarık biçiminde Divriği yöresine dek uzanır. Buradan güneyden doğuya genişçe bir yay çizer. Kuzeyden ve güneyden gelen vadilerle birleşerek Çaltı vadisi adını almaktadır. Akkuşağı yöresinde ana Fırat vadisine açılmaktadır. Vadinin hiçbir yeri ova niteliği kazanacak denli geniş değildir. Sarp ve yüksek yapı içinde dar bir yarık biçimindedir. Akarsu yatağının her iki yanında sıralanan ve genişliği 1-2 km. arasında değişen bu alüvyol toprakların bölge tarımı açısından önemi büyüktür.