EMEP

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Bu maddenin tarafsızlığı konusunda şüpheler var.
Maddede taraflı olarak övme ya da yerme amacını taşıyan ve doğruluğu kanıtlanamayan kısımlar olduğu iddia edilmektedir!
Lütfen konuyla ilgili tartışmaya katılınız.

Maddenin hangi yönleri ile taraflı olduğunu tartışma sayfasında lütfen belirtiniz. Aksi takdirde dayanaksız konulduğu gerekçesi ile şablon buradan kaldırılabilir.

Emek Partisi
Büyüt
Emek Partisi

TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI ÜLKENİN GERÇEK SAHİBİDİR Türkiye'de kapitalizm, emperyalizmin tahakkümü altında gelişti. Osmanlı İmparatorluğu'nda, ilk kapitalist işletmeler, henüz emperyalist aşamaya geçmekte olan Avrupalı kapitalistler tarafından kuruldu. 20. yüzyılın başlarında işçilerin en yoğun olduğu işletmeler, madenler, demiryolları, limanlar, tütün rejileri, yabancı sermayenin ağırlıkta olduğu işletmelerdi.

Dolayısıyla, Türkiye'de, feodalizmin bağrında ilk kez modern kapitalist sömürüyü başlatanlar ve işçi kitlelerinin ortaya çıkışını sağlayan ilişkileri kuranlar, sömürgeci ve emperyalist Batılılar oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nda, Türk ve müslüman kapitalistler henüz doğmamışken, Batı sermayesinin kurduğu bu işletmelerde, Türkiye'nin modern işçi sınıfının ilk öncüleri ortaya çıktı. Demiryollarını, büyük limanları yapanlar, zengin madenleri yerin altından çıkaranlar, ilk silah fabrikalarında alın terlerini akıtanlar, demire ve toprağa hayat verenler, kısacası Türkiye tarihinde yaratıcı emekleriyle, henüz burjuvazi ortada yokken belirleyici rol oynayanlar, işçilerdir, emekçilerdir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun son seksen yılı içinde başlayarak, ülkedeki bütün ekonomik ve siyasi haksızlıklara ilk karşı çıkanlar, işçiler ve emekçiler olmuştur.

Buna karşılık, Osmanlı İmparatorluğu, işçilerin grev yapmasını ve cemiyet kurmasını yasaklayan 1845 tarihli 'Polis Nizamnamesi'nden başlayarak, baskı ve zulüm yasalarının en önemlilerini işçilere karşı çıkarmıştır.

İlk işçi örgütü, Osmanlı Amele Cemiyeti adıyla, 1894 yılında kuruldu. Ancak Sultan Abdülhamit'in ağır baskı koşullarında ancak bir yıl yaşayabildi.

Yine bu dönemde işçi eylemlerinin yanı sıra, Anadolu'nun birçok yöresinde halk hareketleri başladı.

Türkiye'deki ilk burjuva devrimi olan 1908 Devrimi'ni hazırlayan sosyal ve siyasal koşullar içinde, işçi eylemlerinin ve halk isyanlarının özel bir ağırlığı vardı.

İşçi sınıfı ve emekçi halk, Türkiye'deki bütün demokrasi ve bağımsızlık mücadelesini ilk başlatanlar olmuş ve ilerlemenin bütün yükünü omuzlamıştır.

Anadolu halkının emperyalist işgalcilere ve emperyalizm uşağı Osmanlı hanedanının iktidarına karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde de işçi sınıfı, en önde savaşmıştır. İşgal altındaki İstanbul'da örgütledikleri grevlerle ve sokak çatışmalarıyla işgalcileri bunaltanlar ve emperyalistlerin depolarını basarak Anadolu'ya silah ve cephane taşıyanlar, işçi sınıfının yiğit evlatlarıydı.

Anadolu'da emperyalist düşmana karşı, yalın ayak, aç ve silahsız en önde savaşanlar, yine işçiler ve emekçilerdi.

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra da, hak ve özgürlük mücadelesini sürdüren işçi sınıfı, her ileri adımın öncüsü ve bekçisi olmuş, burjuvazinin gericiliğine, faşizme ve emperyalizme karşı kavga vermiştir.

İşçi ve emekçilerin sırtından iktidar koltuğuna kurulan sermaye, zaten cılız olan antiemperyalist devrimi, işçi ve emekçilere ve onların çıkarlarına karşı bir harekete dönüştürdü. Düzenin oturması süreci içinde 'ulusal çıkarlar', işçi ve emekçilerin çıkarları karşısına dikildi ve emeğin her türden hakkı, 'ulusal çıkar' adına reddedildi. Milliyetçi propaganda özellikle başlangıçta emekçileri yatıştırıcı rol oynadı. Ancak hak ve hukuk tanımayan sömürü koşulları, işçi sınıfı ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu kabartmakta gecikmedi. Tepkiler, baskı ve zulmle boğuldu.

İşçi sınıfı ve emekçiler, bastırılan grevler ve halk hareketleri sonrasında, 2. Dünya Savaşı döneminin yokluk, yoksulluk ve karne kuyruklarına katlandılar.

'40'ların sonunda yaygın sendikalaşma hareketine tanık olundu. Bu hareket, sendika hakkının tanınmasının nedeni oldu ve 1952'de 'yukarıdan' Türk-İş'in kurulmasıyla denetim altına alınmaya çalışıldı.

İşçi ve emekçilerin hoşnutsuzluk birikimi ve tepkileri Bayar-Menderes hükümetinin devrilmesinde temel bir rol oynadı.

Grev hakkının anayasal bir hak olarak 1961 Anayasası'na girmesinde 200 bin işçinin Saraçhane'deki mitingi belirleyici oldu. Sermaye, artık önlenemeyen işçi eylemleri karşısında, 1963'te, grev ve toplusözleşme hakkını yasal olarak tanımak zorunda kaldı.

1960'lı yıllar boyunca işçi sınıfı hareketi ülke sathına yayılırken; sınıfın ana kitlesini hareketlendiren grevler ve direnişler ülke gündemini belirleyecek boyuta ulaştı. Sendikal hareket, işçilerin dolaysız katılımıyla anti demokratik sendika yasalarını etkisizleştirerek gelişti.

1965 Zonguldak madenci grevi, sıkıyönetim ilan edilerek bastırılabildi. Kavel, Demirdöküm ve Sungurlar grev ve fabrika işgalleri gibi, etrafında sınıf dayanışmasının yaygınlaştığı işçi eylemleri, aynı zamanda, demokratik kazanımların temelini oluşturdu. Bunlar, işçi tarzı, mücadele ile hak alma anlayışınıı geliştiren örnekler oldu.

Sermayenin sendika hakkına karşı saldırısı, Türkiye işçi hareketinin onuru olan iki eylem günüyle, 15-16 Haziran'la yanıtlanarak püskürtüldü. İşçilerin öfkeli başkaldırısı da, yine sıkıyönetim ilan edilerek bastırılabildi.

'Terör'ü gerekçe göstererek Demirel hükümetiyle parlamentonun yetersizliğini öne sürse de, 12 Mart darbecileri, en başta işçi sınıfına ve kazanılmış haklarına saldırdılar. Nispeten kısa sürede toparlanıp yükselişe geçen işçi hareketi, Ülker Direnişi'nden başlayarak darbenin neden olduğu karanlığı yırtan gelişmesini sürdürdü ve yaygınlaştı. Zaman zaman onbinlerce işçinin katıldığı grev ve direnişlerin yanı sıra, 1976'dan itibaren, birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıslar, tarihsel anlam ve içeriğine uygun olarak, yüzbinlerce işçi ve emekçi tarafından kutlandı.

Emekçi katmanların uyanışında, örgütlenmesinde ve mücadelesinde, işçi sınıfımız daima örnek olmuştur. Köylüler, küçük esnaf ve zanaatkârlar, işçi sınıfının mücadelesinden öğrenmiş, örgütlenmesinden örnek almış, kendi hak ve çıkarları için verdikleri mücadelede, daima işçi sınıfını yanlarında bulmuşlardır. 1960 ve 1970'li yılların köylü toprak işgalleri, kamu emekçilerinin sendikalaşma hareketi ve kitlesel öğrenci gençlik mücadelesi, işçi sınıfının açtığı yoldan ilerlemiştir.

Bu yüzden, burjuva gericilik, her hamlesinde önce işçi sınıfına, onun sendikalarına ve siyasi örgütlerine saldırmıştır. Bütün baskı yasalarının, hak ihlallerinin ve sınırlamaların hedefi, önce işçi sınıfı olmuştur.

İşçi sınıfını teslim almanın, halkın bütün diğer kesimlerini de teslim almak anlamına geldiğini, burjuvazi de iyi bilmektedir.

12 Eylül askeri darbesinin baş hedefi de, bu nedenle, işçi sınıfıydı. 1980 yılındaki darbe, sendikalar yasasını bir cendere haline getirdi, işçi önderlerini ve mücadeleci sendikacıların önemli bir bölümünü tutukladı, işçilerin toplumsal ve siyasal hayata müdahale etmesinin bütün yollarını kesmeye çalıştı.

Bunda büyük ölçüde başarılı oldu ve işçi sınıfını, yıllardır büyük mücadelelerle elde ettiği ileri mevzilerden geriye püskürttü.

http://www.emep.org