Atatürk ve Din
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Bu madde Eylül 2006 tarihinden beri etiketli olarak durmaktadır.Düzenleme yapıldıktan sonra bu not silinmelidir.
[değiştir] Giriş
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938)'ün hayatında din ile ilgili olguları iki kısımda toplamak mümkündür. İlki kendi hayatında bir birey olarak dine bakışı, ikincisi toplumsal hayatta dine bakışı ki bu da ikiye ayrılabilir: birincisi dinle ilgili sözleri, ikincisi dinin toplum hayatında yaşanmasıyla ilgili değişiklikler, devrimler dönemi.
Mustafa Kemal'in çocukluğu acı içinde geçti. Babası Ali Rıza Efendi'nin işleri ve sağlığı bozulmuş, kendisini içkiye vermişti. Annesi Zübeyde Hanım dindar bir Osmanlı kadınıydı, Mustafa'nın dualarla, tekbirlerle mahalle mektebine gitmesini istiyordu. Anne ve babası arasında hangi okula gideceği hakkında tartışma yaşanıyordu. Babası modern okula gitmesi görüşündeydi.
"...annemle babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Nihayet babam işi mahirane bir surette halletti. Evvela mutat merasimle mahalle mektebine başladım. Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım, Şemsi Efendi Mektebi'ne kaydedildim."
Ali Rıza Efendi 47 yaşında, 27 yaşındaki Zübeyde Hanım'ı dul, Mustafa Kemal ve kızkardeşi Makbule'yi yetim bırakarak vefat etti. Mustafa Kemal Mülkiye İdadisi'ndeyken Kaymak Hafız tarafından bir yaramazlık sebebiyle dövülüp hırpalanınca okuldan ayrıldı, Askeri Rüştiye'ye gitti. Zübeyde Hanım asker olmasını istemiyordu, gizlice sınavlara girdi, kazandı.
Askeri okullardayken hürriyetçi idi. Namık Kemal okuyordu. Dini terbiye ile yetişmişti. Dürüstlüğü ile tanınıp takdir ediliyordu.
Silah arkadaşı Kazım Karabekir dinibütün, Mustafa Kemal sigara ve içki kullanan sekülerdi. İkisi de vatan için gözünü sakınmazdı.
Bu dönemler hakkında kızkardeşi Makbule Hanım (Atadan)'ın, eşi Latife Hanım'ın anıları yayınlanmıştır.
Cumhuriyet'ten sonra din kurumları ve uygulamaları alanında devrimler yaptı. Eski kurumları kaldırdı, din adamlarının egemen konumunu değiştirdi. Ölümüne kadar sigara ve içkiyi bırakmadı.
Bir yandan eskimiş kurumları kaldırırken yerine yenilerini koydu.
1923'de Balıkesir'de minberden okuduğu hutbede şöyle diyordu:
"Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atifeti ve hayrı üzerinize olsun..Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, taat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır..Efendiler hutbe demek nasa hitap etmek yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur..Hutbelerin halkın anlayamacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeğe mecbur etmek içindi..Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve icabatı zamana muvafık olmalıdır ve olacaktır."
Sadettin Kaynak'ın 1932'de Süleymaniye Camii'nde Türkçe hutbeyi sarıksız ve paltolu olarak okumasıyla başlayan Türkçeleştirme hareketi yerleşti. Atatürk, milletin Kuranı Kerim'i anlamadan okuyup namaz kılmasını istemiyor, kitabın içinde ne var ne yok bilmesini istiyordu.
1931 Ramazanında Atatürk hoca ve hafızları topladı. Kuranı Kerim'in Türkçe okunması meselesi konuşulurken tartışma çıktı. Sadettin Kaynak, anılarında Atatürk'ün bir tercümeye kızması üzerine kendisine ayetin değil tercümenin yanlış olduğunu anlatır. Atatürk kendisine hak vermiş, o dönemde iyi bir tercümenin olmaması üzerine yeni bir tefsir ve tercüme işine girişmişti. Bütün bunları yaparken ülkedeki dini muhalefet ile de mücadele devam ediyordu.
Hıristiyanlık'taki gibi müziğin ibadetle birleştirilmesi konusunda ise ısrar etmedi, o mesele unutuldu.
1923-38 arasındaki bütün dini devrim hareketlerinin altında Atatürk'ün imzası vardı. Onun için Atatürk devrimleri veya Atatürk Devrimi de denir. Saltanat ve hilafetin kaldırılması, eğitim devrimi yapılmış, dil Türkçeleştirilmiş, Latin alfabesine geçilmiş, Medeni Kanun kabul edilmiş, Kıyafet devrimi yapılmış, kadınların toplumsal hayata katılımı sağlanmış, Harem-Selamlık kaldırılmıştı.
[değiştir] Atatürk'ün -Kendi El Yazısından- Dine Bakışı
Din birliğinin de bir millet teşkilinde etkili olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
Türkler İslamiyet’i kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. İslamiyet’i kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairesin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir etki yapmadı. Bilakis Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü İslam dininin gayesi, bütün milliyetlerin üstünde, kapsayıcı bir Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Bu dini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeye mecburdurlar. Bununla beraber, Allah'a kendi milli dilinde değil, Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve yakarmada bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'ın ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin manasını bilmediği halde, Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızalara döndüler.
...Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete o öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide ve dini his, millet uyandığı zaman onun acı hakikati görmesine mani olamadı.
...Ne oldu? Türkün milli hissi, artık ocağında ateşlenmişti: Artık Türk cenneti değil, eski, hakiki büyük Türk atalarının mukaddes mirasları olan son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra...
KAYNAK:
Kitap Adı: Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’in El Yazıları Yayın evi: Türk Tarih Kurumu Yayınları 3. baskı Basılma Tarihi: 1998
[değiştir] Din Hakkındaki Düşünceleri
"Bizim dinimiz en tabii ve en makul bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır." (Akhisar konuşması, 1923)
"İnsanlara feyzi ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı bununla diğer kavanini tabiiyei ilahiye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanini kevniyeyi yapan Cenabı Hak'tır demişlerdir." (İzmir konuşması, 1923)
Bu konuşmaların yapıldığı tarihte Hilafet kaldırılmamış, laiklik ilan edilmemişti.
1925'de Samsun'da yaptığı konuşmada:
"Son söz söyleyen hocaefendinin beyanatından mülhem olarak arzedeyim ki, en mühim en esaslı nokta terbiye meselesidir. Terbiyedir ki bir milleti hür, müstakil, şanlı, ali, bir heyeti içtimaiye halinde yaşatır veya bir milleti esaret ve sefalete terk eder.
Efendiler, terbiye kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince maksut bir medlüle intikal eder..Mesela dini terbiye, milli terbiye, beynelmilel terbiye gibi bütün terbiyelerin hedef ve gayeleri başkadır.. Efendiler, yeryüzünde 300 milyonu mütecaviz İslam vardır. Bunlar ana baba, hoca terbiyesiyle terbiye ve ahlak almaktadırlar. Fakat maatteessüf hakikati hadise şudur ki bütün milyonlarca insan kütleleri şunun veya bunun esaret veya zillet zincirleri altındadır. Aldıkları manevi terbiye ve ahlak onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek meziyeti insaniyeyi verememiştir, veremiyor. Çünkü hedefi terbiyeleri milli değildir.. Bir de milli terbiye esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zarureti gayri kabili münakaşadır.. Hocaefendi bir fikrini izah için Vettinivezzeytuni ayetini kendince tefsir ettiler. İncir ve zeytin çekirdeğinden düsturlar çıkardılar. Birindeki kesreti diğerindeki vahdeti işaret ettiler. Ayetin medlulü bu mudur değil midir? Bir şey diyemiyeceğim. Yalnız, bu seyahatim esnasında bittesadüf bu ayetin mazmununu ben diğer bir hocaefendiden sormuştum. Bunun için yarım saat kadar mütaleaya ihtiyaç olduğunu söyledi. Ömrünü medresede ulumu diniye tederrüs ve tedriyesiyle geçiren bir zat bir kitabın bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyaç dermiyan ederse millet, efradı millet ne yapsın?.."
Bütün tefsir kitaplarında Kuranı Kerim'in Tin Suresi'nin ilk ayeti "Vettinivezzeytuni=Andolsun incire ve zeytine" şeklinde tercüme edilmişti.
Mustafa Kemal dine değil uygulanış tarzına, skolastiğe karşıydı. Bu sebeple Cumhuriyetin ilanından başlayarak irtica ile mücadele etti.
1924'te Hilafeti kaldırdı. Medreseler, Şeriye ve Evkaf, tekke ve türbeler yasaklandı, kamusal alanda kılık kıyafetle ilgili yasaklar kondu. 1925'de Şeyh Sait isyanı bastırıldı, önderleri idam edildi.
"Memleketin her tarafında ulema kisvesini kendiliğinden labis olarak güya ahalinin efkarını temsil, tevcih ve maksatlarına göre teşviş için salahiyet ve vaziyet takınmış olan birçok kimseler vardı. Bunlar uzun zamanların neticesi olarak itikatları istismar etmekte idiler. Alelumum tarikatlarda şeyhlik, dervişlik, seyidlik, çelebilik, emirlik, üfürükçülük ve muskacılık gibi unvan ve sıfatlar bu batıl itikatlar yüzünden mevcudiyetlerini idame ediyorlardı.." (Cumhuriyetin 15. Yılı Kitabından)
Dini devrim hareketleri tekbir, ezan, kamet, sala, hutbe, tefsir faaliyetlerinin Türkçeleştirilmesiyle başladı. Allahu Ekber lafzını çevirmek için görevlendirilen heyet Atatürk'e iki öneri sundu. Birisinde Allah büyüktür, deniliyordu; ikincisinde Tanrı Uludur. Atatürk iki tercümeyi de dinledi ve Tanrı Uludur'u beğendi. 1931'den itibaren ezan Türkçe okunmaya başladı.
"Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum." demişti. Bununla, teokratik ve tarikatçı dine karşı, hurafe ve batıl itikatlara karşı akli bir dini kastediyordu.
"İyi biliniz ki Türkiye Cumhhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır." diyordu. Bu görüşün dayandığı felsefi temeller de vardı: Pozitivizm, rasyonalizm, sekülarizm (Sekülerlik). Bu görüş siyasal bir şekilde, bir tek parti ile ifade edilmişti, kısa süren çokpartili hayat denemeleriyle, ilerici-gerici kutuplaşmasıyla sürmüştü. Atatürk 1938'de vefat etti.