Divan edebiyatı
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. Arap ve Fars kültürlerinin etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinin nedeni, şairlerin şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır. Orijinal adı Kulekapı Mevlevihanesi olan Galata Mevlevihanesi, İstanbul’un fethinden sonra 1491 yılında Osmanlı’nın yeni başkentinde kurulan ikinci mevlevi tekkesidir. Theophile Gautier, Enmondo de Amicis gibi meşhur Batılı İstanbul gezginlerinin “ Beyoğlu Mevlevihanesi”, “Kulekapı Mevlevihanesi” olarak sözünü ettiği mevlevihanenin bulunduğu yerde daha önce Bizans’ın St. Theodore Manastırı vardı.
Ağaçlarla kaplı bu ıssız yeri, Sultan II. Bayezid bostancıbaşılık ve beylerbeylik yapan İskender Paşa'ya verir, o da burada bir av çiftliği kurar. Mevlâna'nın torunlarından Sema - i Mehmet Dede, paşadan arazisinin bir bölümünü mevlevi dergâhı yapmak için ister. İskender Paşa da bu dileği kabul eder ve 1491'de Galata Mevlevihanesi'nin yapımına başlanır. Galata Mevlevihanesi, kuruluşundan kısa bir süre sonra halveti zaviyesine dönüşür; 17. yüzyıl başlarında Kasımpaşa Mevlevihanesi'nin kurucusu Sırrı Abdi Dede'nin çabalarıyla yeniden mevlevihane haline getirilir. Mevlevihane 27 Aralık 1975 tarihinde halkın ziyaretine açılmıştır. O günden bu yana düzenlenmekte olan sema gösterileri ile geçmişle günümüz arasındaki bağ devam etmiştir.
İstiklâl Caddesi'nden Karaköy'e doğru giderken, tünele geldiğinizde soldaki yoldan devam edin. Hemen otuz kırk metre sonra solunuzda ufak bir demir kapının ardında mevlevihane'yi göreceksiniz. Bütün dünyada yalan yanlış da olsa bilinen bu aleme İstanbul'un göbeğinde birkaç adım atarak girebilirsiniz. Küçük bahçesinde küçük bir hüzün kaplar sizi.
İstediğiniz kadar bahçesinde oyalanın. Kendinizi ne zaman bu firarın daha da derinlerine inmek için hazır hissederseniz, mevlevihane'ye girin. Eminim ki şu anda duyduğum yitik zamanın sesini siz de duyacaksınız. Hele her ayın Cumartesi günleri yapılan gösterilere rastlarsanız çok uğraşmanıza bile gerek kalmaz. Ney, sizi mutlaka o yitik zamana taşır.
Çünkü neyin çıkardığı sesler İlâhi aşkın ateşleridir. Ney, çevreye aşk ateşleri saçmaktadır. Sema bu ateşi; bu koru yelpazelemektir. Ney ayrılığa isyan feryadı; sema sessiz bir başkaldırıştır. Mesnevi’nin başlangıcında Hz. Rûmî’nin;
“Dinle neyden kim hikâyet etmede, Ayrılıklardan şikâyet etmede. Der kamışlıktan ayırdılar beni Nalişim zar eyledi Merd-ü zeni”
beyitlerindeki gibi âşık için ney bir bahanedir aslında. Her ses Sevgili’den bir davettir; sema bu davete icabettir. Sevgiliden gelen bu daveti tüm insanlığa ulaştırmak için ise; her ayın Cumartesi günleri Galata Mevlevihanesi’nde sema gösterileri düzenlenir ve semazenler gönülden davetiye sunarlar.
Hz. Rûmî’nin şiiriyle son verelim:
“Bazen görünmeyen, gizli kalan, Bazen görünen belli olan biziz. Biz bazen mü’miniz, bazen mûsa'nın dinindeniz Bazen de hıristiyan'ız Bu gönlümüz, her gönlün örneği olmak için Her gün bir başka suretle görünür kendini gösterir."
Eyvallah…
Atilla Baran Demirtaş
Tel : 0505 - 678 0618
0535 - 210 4565
www.galatamevlevi.com
- www.rumi2007.com
Konu başlıkları |
[değiştir] Divan Edebiyatında Dil
İslam dininin benimsenmesinden sonra, Kuran’ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı. İranlılar 9. yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük ölçüde etkilendi. Öte yandan Anadolu'da kurulan Türk devletleri, resmi yazışma dili olarak Arapça ve Farsça’yı kullandılar. Bu durum edebiyat dilinin değişmesine de yol açtı. Özellikle saray çevresindeki şairler ve yazarlar, yapıtlarını Arapça ve Farsça yazmaya başladılar. Arapça ve Farsça sözcükler zamanla Türkçe’ye de yerleşti. Osmanlı Devleti döneminde bu üç dilin karışımıyla Osmanlıca denen bir dil ortaya çıktı. Divan edebiyatının dili de Osmanlıca’ydı.
[değiştir] Divan Edebiyatında Nazım
Nazım sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" demektir. Ama Divan edebiyatında nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan edebiyatı, daha çok şiir türünde örnekler içerir ve düzyazı ürünler azdır. Divan şiiri, kurallarını Arap ve İran edebiyatından alan aruz ölçüsüyle yazılmıştır.Bunun yanında Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerde hece ölçüsüyle yazılmış şiirlere de rastlamak mümkündür. Divan şiirinde daha çok Kur'an, Hz. Muhammed'in sözleri olan hadisler, peygamber ve kutsal kişilere ilişkin öyküler, tasavvufun ortaya attığı sorular, ünlü bir İran efsanesini konu alan Şehname gibi konular işlenmiştir. Bu şiirlerde Türk kültürüne ilişkin ögelerden de yararlanılmıştır. Divan şairi bu konuları, aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazmıştır. Tek satırdan oluşan dize ya da mısra, genelde şiirin en küçük birimidir. Divan şiirinde ise en küçük birim beyitten, yani iki mısradan oluşur. Sözcük olarak beyit “ev” anlamına gelir. Mısra da, çift kanatlı bir kapının kanatlarından her birine verilen addır.
[değiştir] Divan Şiirinde Aruz Ölçüsü
Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz ölçüsünde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanılmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağlamıştır.
Aruz ölçüsü nazım şekillerine göre değişik kalıplarda kullanılır.Örneğin Rubâinazım şekli ahreb ve ahrem adı verilen değişik aruz kalıplarıyla yazılabilir.
[değiştir] Divan Şiirinin Nazım Biçimleri
Ölçülü ve uyaklı söz ya da yazıya "manzum" ya da "manzume" denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama bazıları daha yaygın olarak kullanılmıştır.
[değiştir] Biçimlerine Göre
- Uyak
- Beyit
- Mısra
- Bend
- Mesnevi: Divan şiirinde çok kullanılmış bir nazım biçimidir.
- Kaside:Divan şiirinin en yaygın nazım biçimlerinden biridir.
- Gazel: Divan şiirinin en yaygın nazım biçimlerinden biridir. Gazelin ilk beytinin dizeleri kendi arasında uyaklıdır. Öteki beyitlerden birinin dizeleri serbest, ikinci dizeleri ilk beytin uyağına göre yazılır.
- Rubai: Aynı vezinle söylenen dört dizeden oluşur. Birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır.
- Musammat
- Terkib-i bend
- Müsemmem
- Tuyuğ
- Tahmis
- Tardiye
- Taşdir: Bir şairin, başkasının gazelinin iki dizesi arasına bir beyit eklemesine taştir denir.
- Tesdis
- Teşbiye
- Taşir
- Tezmin
- Muaşşer
- Muhammes:Her bölümü beş dizeden oluşur ve bu bölümlere bent denir. Bu nazım biçiminin uyak düzeni genellikle aaaaa-bbbaa-cccaa.. biçiminde sürer. Bir muhammesin ilk bendinin dördüncü ve beşinci dizeleri ya da yalnızca beşinci dizesi öteki bentlerin sonunda yineleniyorsa, buna “muhammes-i mütekerrir”, yani tekrarlı muhammes denir.
- Murabba: Bent adı verilen dört dizelik kıtalardan oluşur. Genellikle ilk dörtlüğün bütün dizeleri aynı uyaklıdır. Sonraki dörtlüklerin ilk üç dizesi ayrı uyaklarla, ama son dizeleri ilk dörtlüğün uyağıyla yazılır (aaaa-bbba.... gibi).
- Müseddes: Her bölümü altışar dizeden oluşur ve bu bölümlere bent denir. Uyak düzeni genellikle aaaaaa-bbbbba-ccccca-ddddda biçimindedir. İlk altı dizenin son iki dizesinin nakarat olarak yazıldığı müseddesler de vardır.
- Müstezat: Gazelin özel bir biçimidir. Sözcük anlamıyla "artırılmış, çoğaltılmış" demektir. Uzun dizelere "ziyade" denilen kısa bir dize eklenerek yazılır.
- Şarkı: Biçimsel açıdan bir tür murabbadır. Ama şarkıda genellikle ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü dizeleri, öteki dörtlüklerin dördüncü dizesi olarak yinelenir. Buna nakarat denir.
[değiştir] Konularına Göre
[değiştir] Din Dışı
- Bahariye
- Cemreviye
- Fahriye
- Mersiye
- Medhiye
- Gazavatname
- Sahilname
- Sâkiname
- Kıyafetname
- Surname
- Hamamname
- Şehrengiz
- Hicviye
- Hezliyat
- Tarih düşürme
- Muamma
- Lugaz
- Dariye
- Rahşiye
[değiştir] Dini
[değiştir] Divan Şiirinin Konuları ve Özellikleri
Divan şiiri, döneminin zevklerini, sanat anlayışını, inançlarını ve bilgilerini yansıtır. Ne var ki, Divan şairinin gerçek yaşamı anlattığına pek rastlanmaz. Kendisini sürekli acı çeken bir âşık olarak anlatan Divan şairi, sevgilisini ay gibi yuvarlak yüzlü bir güzel olarak betimler. Sevgili hem ay, hem de güneştir. Divan şiirinde kullanılan benzetmelerde sevgilinin boyu mızrak gibi uzun ve düz, saçları sümbül, yanakları lale ya da gül, gözleri nergis, kaşları yay, kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyudur. Sevgilinin beli kıldan incedir, dudağı ölümsüzlük suyu (ab-ı hayat) gibidir. Böyle betimlenen sevgilinin âşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar. Âşığın bir yandan rakibi, bir yandan da acı çektiren sevgilisi vardır ve bu nedenle başı belâdan hiç kurtulmaz. Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere "mazmun" denir. Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı.
Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır. Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır. Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır. Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur. Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır. Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener. Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir. Bahar betimlenirken gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur. Divan şairine göre bahar yaşam ve canlılığın kaynağıdır. Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir. Divan şiirinde işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı. Örneğin orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır. Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur. Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır.
[değiştir] Divan Şiirinde Söz Sanatları
Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi. Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini artırırdı. Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır. Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır. Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir. Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı. Bu amaçla hazırlanmış listeler bile vardı. Yeni bir şiirin benzetme yönü farklıysa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi. Ama asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya koyulurdu. Böylece şair bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu.
Başlıca divan edebiyatı söz sanatları şunlardır:
- Teşbih
- Mecaz
- Mecaz-ı mürsel
- Telmih
- Tecahül-i arif
- İstiare
- Hüsn-i talil
- Leff ü neşr
- Kinaye
- Tariz
- Teşhis-ü intak
[değiştir] Divan Edebiyatında Nesir
Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmıştır.
Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür.
Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde yazılmıştır.
[değiştir] Din Dışı Düzyazı Türleri
- Tezkire
- Tarih
- Sefaretname
- Seyahatname
- Siyasetname
- Münazara
- Münşeat
[değiştir] Dini Düzyazı Türleri
[değiştir] Divan Edebiyatının Tarihsel Gelişimi
Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıktı. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddini Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani'ydi. Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı. 14. yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi'nin (1351-1422) Vesiletü'n-Necât başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır. Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler. 17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi. Divan şairleri, şiirlerinde "fahriye" denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef'i bu yüzyılın ünlü şairleriydi. Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim’in ve Şeyh Galib'in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar. 19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal'di. Tanzimat'la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar.