Mescid

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Mescid, Cuma Namazı kılınmayan küçük cami veya namaz kılma yeri.

Mescid kelimesi Arapça'da secde edilen yer anlamına gelir. Mescidlerde minber yoktur bu sebeple buralarda hutbe okunmaz ve Cuma Namazı kılınmaz. Mescidler namaz kılmak için kullanılan küçük mekânlardır.

Cami ve mescid ayrımı sadece Türkiye'de vardır. Diğer İslam ülkelerinde mescid kelimesi Türkiye'deki cami kelimesinin karşılığı olarak kullanılır. Arapça’nın dışındaki dillere cami kelimesi mescid kelimesinin değişik dillerdeki okunuş şekli olarak girmiştir.


Mescidler Allah’ın evleridir. Yeryüzü parçalarının en hayırlıları, Allah’ın en sevdiği mekânlardır. Mescid bina etmek en büyük ibadetlerden bir ibadet, yüce Allah'a yakınlaştırıcı en büyük amellerdendir. Yüce Allah mescid bina etmeyi imanın alâmetlerinden birisi olarak değerlendirmiştir. O şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan... kimseler imar eder." (et-Tevbe, 9/18) Görüldüğü gibi şanı yüce Allah mescidleri -şeref ve faziletleri dolayısıyla- bizzat kendisine izafe etmiştir.

Osman Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim: "Her kim yüce Allah için (-ravilerden- Bukeyr dedi ki: Zannederim o: Bununla Allah’ın rızasını ararsa... dedi) bir mescid bina ederse, Allah da onun için cennette bir ev bina eder."[904]

Neylu'l-Evtâr adlı eserde şöyle denilmektedir: "Peygamber efendimizin: "Her kim Allah için bir mescid bina ederse" buyruğu sözü geçen mükâfatın mescid bina etmekle elde edileceğini göstermektedir. Yoksa yeri bina yapmaksızın mescid yapmakla elde edilmez. Bina denilebilecek şekilde yapı ortaya çıkmadıkça etrafının çevrilmesi yeterli değildir. "Mescid" lafzının nekre (belirtisiz) gelmesi, yaygınlık ifade etsin diyedir. Onun kapsamına büyük de, küçük de girer.[905]

İbn Abbas'tan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah için bir mescid bina ederse -kekliğin yumurtaları üzerine oturmak için yaptığı yer kadar dahi olsa- Allah o kimseye cennette bir ev bina eder."[906]

Neylu'l-Evtâr'da şöyle demektedir: İlim adamları bunu mübalağa olarak yorumlamışlardır. Çünkü kekliğin yumurtalarını koymak ve üzerlerine oturmak için hazırladığı yer, hiçbir zaman namaz kılmak için yetecek bir yer değildir. İfadenin zahiren anlaşıldığı gibi olduğu da söylenmiştir. Yani bir kimse bu kadarcık bir ilaveye ihtiyacı bulunan bir mescidde, bu kadar bir yer ilave ederse yahutta bir topluluk bir mescid bina etmeye iştirâk edip, onların herbirisinin payına bu kadar düşüyorsa (böyle bir mükâfatı hakeder) demektir.[907]

Gözönünde bulundurulması gereken hususlardan birisi de, niyetin yüce Allah için ihlâslı olmasıdır. Başkasına riyakârlık, adı işitilsin, başkalarına karşı övülsün diye mescid bina eden bir kimse, Allah için bina eden birisi olmaz.

[904] Muslim, I, 378, H. no: 533 [905] Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, II, 165 [906] Musned, I, 241; Abdu'r-Rahman es-Sââtî, el-Fethu'r-Rabbânî, III, 47'de, senedi ceyyiddir, demektedir. [907] Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, II, 165

Geçmişte Mescid


Kur'ân-ı Kerim insanın yaratılış gayesini tesbit etmiş bulunmaktadır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ben cinleri de, insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (ez-Zâriyât, 51/56) İşte böylece ibadet kavramı namaz, oruç,zekât ve hac gibi özel birtakım şiarlara münhasır kalmayıp, daha genel ve daha kapsamlı bir kavram olmakta, insan hayatının tümünü, bütün hareketleriyle, yapıp ettikleriyle ve yapmayıp terkettikleriyle kapsar...

Âyet-i kerime yaratmayı yalnızca ibadet niteliğine hasretmektedir... İnsan hayatının tamanını yalnızca Allah için kılabildiği vakit, Rabbani bir kul olur, en hayırlı mükâfata nâil olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İman edip de salih ameller işleyenlere gelince, onlara mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek, hem de lütfundan onlara fazlasını verecektir." (en-Nisa, 4/173) Kur'ân-ı Kerim müslümanları uygarlığın üzerinde yükseleceği esaslara yönlendirmiş bulunmaktadır. İşte yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O kimselere eğer biz yeryüzünde bir iktidar imkânı verirsek, onlar namazlarını dosdoğru kılarlar,zekâtı verirler, marufu emreder, münkerden alıkoyarlar. İşlerin aâkıbeti Allah'ındır." (el-Hac, 22/41) Böylece Kur'ân-ı Kerim namazı iktidar imkânının tamamlanması halinde uygulamaya geçirilecek ilk fiil olarak değerlendirmektedir.

Mescid, yüce Allah’ın müslümanlara yeryüzünde iktidar imkânı vermesinin ilk meyvesi idi. Onların uygarlık tarihleri oradan başladı... Yüce Allah Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Medine'ye hicret edip, orayı İslâm devletinin ve uygarlığının yükseltilmesi için bir temel edinmekle, İslâma ve müslümanlara iktidar imkânı verdikten sonra, Allah Rasûlünün yaptığı ilk iş, Kubâ mescidini bina etmek olmuştur. Ta ki bu, yaratıcının tevhid edilmesinden sonra namazın dosdoğru kılınışı, emrine bağlılığın amelî bir ifadesi ve Rablerinin kendilerini yerine getirmekle yükümlü tuttuğu hususları gerçekleştirmekte kararlı olduklarının bir anlatımı idi.

Mescid ibadet için bir mekândır. "Sücûd"dan türetilmiş bir kelimedir. Kul secde halinde Allah’ın huzurunda boyun eğmenin en ileri derecesindedir. Uzunca insanlık tarihi boyunca kendisine ibadet için bir yer edinmemiş hiçbir topluluk bulunmamaktadır. Eskiler ibadet için tayin edilen bu yere "mabed" demişlerdir. Hristiyanlar ona "kilise", yahudiler ise "havra" demişlerdir.

Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem İslâmî hayata Medine'de mescidi tesis etmekle başladı. Ta ki bu mescid çeşitli gelişme aşamalarında İslâm devletinin hayatiyetini sağlayacak bir can damarı olsun ve bu kendisinden sonra gelecek müslümanların izleyecekleri bir sünnet olsun. Bu uygulamanın muhtevası içerisinde İslâm toplumunun yapılandırılmasında ve gelişmesinde mescidin önemli yeri ve rolü de ortaya çıkmaktadır.

Mescid, peygamberlik döneminde ve İslâmın ilk asırlarında tevhide davetin hareket noktası, fikrî, ahlâkî, terbiyevî, edebî ve sosyal aydınlığın kaynağı idi. Müslümanlar orada dinlerinin öğretilerini öğrendiler, orada problemlerinin çözümünü tartıştılar, mü'min kafileler ve salih kitleler -Kur'ân’ın işlemesinden geçtikten ve yaratılmışların en hayırlısının eli altında öğrenciliklerinden sonra- oradan çıktı.

Müslümanlar mescidde günde beş defa bir araya gelirler. Aralarındaki bağ daha da sağlamlaşır. Onların birarada toplanmaları ilmin ve dinde bilgi sahibi olmanın yaygınlaşması için pek büyük bir fırsattır. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim bizim bu mescidimize ya bir hayır öğrenmek yahut öğretmek için girerse, Allah yolunda cihad eden kimse gibi olur ve her kim başka bir maksatla girerse, kendisine ait olmayan bir şeye bakıp duran bir kimseye benzer."[908]

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem mescidde, ilim meclislerinde hazır bulunmaya teşvikte bulunarak şöyle buyurmaktadır: "...Bir topluluk Allah’ın evlerinden birisinde, Allah’ın kitabını okumak, kendi aralarında onu incelemek üzere toplanacak olurlarsa mutlaka (ilâhî) huzur ve sükûn üzerlerine iner, rahmet onları kaplar, melekler etraflarını çevirir ve Allah kendi nezdinde bulunanlar arasında onları anar..."[909]

Mescid, İslâmın savunulması için bir medya merkezidir. Ebu Seleme b. Abdu'r-Rahman b. Avf'dan rivâyete göre o ensar'dan Hassan b. Sâbit'in Ebu Hureyre'yi şöylece şahit tuttuğunu rivâyet etmektedir: Allah için söyle! Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i: "Ey Hassan! Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem adına cevap ver! Allah'ım, sen onu Ruhu'l-Kudüs ile destekle" dediğini duydun mu? Ebu Hureyre: Evet, diye cevap verdi.[910]

Mescid, savaş teknikleri eğitimi için bir alandır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Âişe Radıyallahu anha arkasında bulunduğu halde, Peygamber mescidinde bir bayram gününde ellerindeki harbelerle Habeşlilerin oynadıkları oyunları görmesine izin vermiştir. Âişe Radıyallahu anha dedi ki: "Bir gün Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i odamın kapısında gördüm. Habeşliler ise mescidde oyun oynuyorlardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ridasıyla beni örterken, ben de onların oyunlarını seyrediyordum."[911]

Harbelerle oynamak bir kahramanlık eğitimi ve düşmanla karşılaşmak halinde bir beceri sahibi olmak hazırlığıdır.

Mescid yaralıları ve musibetzedeleri karşılayan bir sağlık evidir. Âişe Radıyallahu anhâ'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Sa’d, Hendek günü el-Ekhal (diye bilinen kalbe giden kalın damarına) isabet almıştı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem sık sık onu ziyaret edebilmek için mescidde ona bir çadır kurmuştu. Mescidde Ğıfaroğullarına ait bir çadır da vardı. Ansızın kendilerine doğru kan akmakta olduğunu gördüler ve: Ey çadır ahalisi dediler. Sizin tarafınızdan bize bu gelen nedir? Bir de ne görsünler. Sa’d'in yarası kanayıp durmaktadır. Sa’d ve bunun sonucunda vefat etti."[912]

Peygamber mescidinde ashab-ı kiram'dan olup, yaralılara bakan ve yaralarını pansuman eden sahabe kadın Rufeyde hanımefendinin bir çadırı bulunuyordu.

Mescidde, şûra meclisleri de toplanıyordu. Uhud ve Ahzab gazvelerinden önce ve başka durumlarda olduğu gibi. Râşid halifeler de savaş ve barış meselelerini orada danıştılar, onların bu meclisleri muhacir ve ensarın büyüklerinden oluşmuştu.

Davalılar arasında hüküm vermek, insanların arasını ıslah edip düzeltmek, anlaşmazlıklarını sona erdirmek için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem mescidde oturdu.

Mescid aynı zamanda evsizlerin evidir. Yabancılar, yolcular ona sığınırlar. Orada kalacak yer, yiyecek, içecek, giyilecek bulurlar. Mescid, haklarında hüküm verilinceye kadar esirlerin tutulduğu bir kışla olarak da kullanılmıştır. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Necid taraflarına bir grub atlı gönderdi. Bunlar Hanife oğullarından bir adamı yakalayıp getirdiler. Adı Sümame b. Usal'di. Onu mescidin direklerinden birisine bağladılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem yanına çıkıp, “Sümame'yi serbest bırakınız” dedi. Mescide yakın bir hurmalığa gitti. Orada guslettikten sonra gelip mescide girdi ve: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim, dedi."[913]

Mescid Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in emriyle misafirlerin ağırlandığı, onlara ikram yapıldığı bir yer olarak da kullanılmıştır. Süfyan b. Atiyye b. Rabia es-Sakafî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Sakif'ten heyetimiz Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’ın yanına geldi. Onlara bir çadır kurdu. Ramazanın ortasında müslüman oldular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in onlara emir vermesi üzerine ramazanın geri kalan bölümünü oruçla geçirdiler, daha önce geçen günlerin kazasını yapmalarını onlara emretmedi.[914]

İşte İslâmın ilk döneminde mescidin öğretisi bu idi. Kapsamlı bir mesajdı bu. Yapısıyla eksiksiz, sahih bir akideye sahip, tertemiz yaşantılı, olgun müslümanı ortaya çıkarmak için kesintisiz olarak çalışıyordu.

Dr. el-Kardavî şöyle diyor[915]: Mescid-i Nebevî, İslâm davetinin ilk okulu, İslâm devletinin büyük evi idi. Bu medrese arab olsun olmasın çeşitli kavimlere, siyah-beyaz farklı renklere, zengin-fakir değişik tabakalara, yaşlı-genç ve çocuk gibi farklı yaştakilere kapılarını açmış bir okuldu.

Cemaatle namaza katılmak için, ilim derslerinde hazır bulunmak için kadına kapılarını açtı. Halbuki o asırda kadın ilim elde etme, hayatta erkekle birlikte katılma hakkı bulunmayan bir yaratık olarak değerlendiriliyordu.

İlmi ve ameli öğreten, ruhu ve bedeni arındıran, araç ve amaç konusunda aydınlatan, hak ve görevleri öğreten, öğretimden önce eğitime, teoriden önce uygulamaya, kafaları bilgi yığınları ile doldurmadan önce ruhları güzelleştirmeye önem veren bir okuldu mescid.

Dolayısıyla Ebu Bekir, Ömer ve Ali gibi halifelerin Ebu Ubeyde, Halid ve Amr gibi kumandanların, İbn Mesud ve Ubeyy b. Ka’b gibi Kur'ân'ı bilen ve okuyanların, Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas gibi alimlerin, Fatıma, Âişe, Hafsa, Ummu Umâre ve Um Süleym gibi fazilet sahibi büyük hanımların, böyle bir okuldan mezun olmalarında hayreti gerektirecek bir taraf bulunmamaktadır.

Mescid-i Nebevî İslâm davetinin okulu idi. Aynı şekilde devletin yönetim merkezi idi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem orada işsize iş buluyor, bilgisize ilim öğretiyor, fakire ihtiyacını karşılayacak şeyler veriyor. Sağlık ve sosyal meseleler ile ilgili doğru yolu gösteriyor, ümmeti ilgilendiren haberleri yayıyor, başka ülkelerin elçileri ile görüşüyor, savaş halinde savaşacak orduları düzenliyor, barış halinde davetçileri ve temsilcileri gönderiyordu.

İşte Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem döneminde mescid böyle idi. Onun ashabı ve onların arkasından güzellikle gidenlerin döneminde de bu haliyle devam etti.

[908] Musned, II, 350; Hakim, el-Mustedrek, I, 91'de şunları söylemektedir: “Bu hadis Buhârî ve Muslim'in şartına göre sahihtir. Çünkü onlar bu hadisteki bütün ravilerin rivayetlerini delil olarak göstermiş fakat yine de bu hadisi rivayet etmemişlerdir. Bu hadisin herhangi bir illetinin olduğunu da bilmiyorum.” [909] Muslim, III, 2074, H. no: 2699 [910] Buhârî, I, 116 [911] Buhârî, I, 117 [912] Buhârî, I, 119 [913] Buhârî, I, 118-119 [914] Beyhaki, es-Sunenü'l-Kübrâ, IV, 269; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, II, 28'de şunları söylemektedir: "Hadisi Taberânî, el-Kebir'de rivayet etmiştir. Senedinde Muhammed b. İshak vardır. Tedlis yapan bir ravidir ve ayrıca bu rivayeti "anâne" (an lafzını kullanarak) nakletmiştir." [915] Dr. Yusuf el-Kardavi, el-İbadetu fi'l-İslam, s. 233

--Maesselame 17:25, 7 Kasım 2006 (UTC)Maesselame