Muhafazakar

Vikipedi, özgür ansiklopedi

MUHAFAZAKÂRLIK

Muhafazakârlık nedir?

Muhafazakârlık hayata dâir bir inanış ya da bir din değil politik bir felsefedir. Bu felsefe insanlık, toplum, devlet ve bunlar arasındaki ilişkiler üzerine tutarlı ve bilhassa da gerçekçi bir vizyon önerir. Muhafazakârlık geleneksel kurumlara önem atfeden, müdahaleci hükümet anlayışına ve kurulu düzendeki ani ve radikal değişiklere karşı bir felsefedir. Kısaca muhafazakârlık sorumlu vatandaşları, güçlü sivil organizasyonları, küçük fakat verimli devlet aygıtıyla özgür ve sağlıklı bir toplum çağrısında bulunur. Güncel tartışmalarda muhafazakârlar özellikle bugünkü modern ve demokratik toplumun vazgeçilmezi olan ilkelere saygı konusunda ısrarla durur. Bu ilkeler; özgürlük, hukukun hakimiyeti, geleneğin önemi, küçük devlet, güçlü ailelerin ve eğitimin önemi.


Muhafazakârlık, ülkemizde sıkça kendisinden söz edilen, övülen veya yerilen ama yeterince tanınmayan bir düşünce geleneği ve bir siyasî ideolojidir. Kavrama ilişkin bu genel bilgisizlik durumu, kolaylıkla onun değişime karşı olmak veya statükonun gözü kapalı savunuculuğunu yapmakla özdeşleştirilmesine, bazı yazarlarca yanlış bir biçimde dilimize “tutuculuk” olarak çevrilmesine ve muhafazakârlığın bir siyasî ideolojiden çok bir tutum olarak algılanmasına neden olmaktadır. Bunun yanında, popüler kullanımıyla muhafazakârlık, genellikle dindar olmayı ve geleneksel dinin belirlediği siyasî tutum alışları ifade eden bir anlam da taşıyabilmektedir. Kuşkusuz bu kullanımlar tamamen temelsiz veya kavramın siyaset literatüründeki gerçek içeriğiyle bütünüyle ilgisiz değildir; muhafazakârlığın değişime ilişkin genel bir ihtiyatlılığından veya dine yaptığı ısrarlı bir vurgudan söz etmek mümkündür. Ancak ne muhafazakârlık bir düşünce geleneği ve bir ideoloji olarak bu iki konudaki yak-laşımlarına indirgenebilecek kadar basit ve yüzeyseldir, ne de tüm muhafazakâr düşünürlerin bu iki konuda genel bir mutabakatlarından söz etmek mümkündür. Yalnızca “devrimci muhafazakârlık” gibi bir kavramın üretilmiş olması veya birçok ateist muhafazakârın varlığı bile, bu tür genellemelerin değerini tartışılır kılmaktadır. Türkiye gibi ülkelerde muhafazakârlığın yeterince tanınmayışının veya özellikle modern(leşmeci) aydınlar arasında sıklıkla küçümseyici bir kullanıma konu oluşunun anlaşılabilir nedenleri vardır. Özellikle modernleşme ideolojisinin ve ilerleme düşüncesinin egemen olduğu, radikal dönüşüm projelerinin, geçmişin veya şimdinin muhafaza edilmesine veya varolanın korunmasına tercih edildiği ve edilmesinin zorunluluğunun neredeyse genel bir mutabakatı ifade ettiği -Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’nın dışındaki- ülkelerin politikacıları ve entellektüelleri arasında, muhafazakârlıktan çok devrimci siyasî ideolojilerin çekici bir alternatifi ifade ettiği görülmektedir. Bu çerçevede ülkemizde de, geleneksel kurum ve değerlerin muhafaza edilmesi duyarlılığıyla ilgili bir dünya görüşü olarak anlaşılan muhafazakârlık yerine, toplum olarak “geri kalmamıza neden olan” bu kurum ve değerlerin “aşılmasını”, devlet aracılığıyla toplumun şu veya bu yönde “dönüştürülmesini” hedefleyen sağ ve sol siyasî ideolojilerin revaçta olduğu görülmektedir. Bunun sonucu olarak muhafazakârlık yeterince tanınmamakta, siyasî düşünceler tarihi içindeki tarihsel ve aktüel önemi yeterince anlaşılmamakta, değişime karşı direnç göstermeyi ifade eden “tutuculuk”la özdeşleştirildiğinden ötürü sıklıkla gelişme-nin engeli olarak algılanmakta veya en azından yeterince önem-senmemektedir. Başta Edmund Burke olmak üzere muhafazakârlığın en temel figürlerinin ve onların metinlerinin hâlâ Türk-çe’ye çevrilmemiş olmasının anlamı budur. Bir siyasal kimlik ola-rak da muhafazakârlık, Türkiyeli aydınların üstlerine iliştirmekten genellikle hoşnut olmadıkları bir etiketi ifade etmektedir. Oysa muhafazakârlık, Batı tarihinde zengin bir felsefî mirasın taşıyıcısı olan ciddî bir düşünce geleneğini, modern zamanların hem bir parçası, hem de muhalifi olan kapsamlı bir doktrini ve içinde yaşadığımız tarih dönemine damgasını vuran bir siyasî ideolojiyi ifade etmektedir. İdeoloji kavramının liberalizmden Marksizme, Popper’dan Gramschi’ye kadar farklı algılanış ve kullanılış biçimleri söz konusu olmakla birlikte, bu çalışmada ideoloji kavramı, herhangi bir siyasal eyleme temel oluşturan ve Andrew Heywood’un tanımladığı çerçevede, “karşılıklı olarak birbirine bağlı, az veya çok uyumlu fikirler bütünü” (1992:6) anlamında kullanılmıştır. Bu anlamda ideoloji, toplumun nasıl olduğunu ve nasıl olması gerektiğini söyleyen, yani betimleyici ve normatif öğeleri olan bir düşünce sistemini ifade etmektedir (Heywood, 1992:7). Bu çerçevede muhafazakârlık da, liberalizm ve sosyalizmle birlikte son iki yüzyılın siyasî düşünce tarihine ve pratiğine damgasını vuran bir siyasal ideolojidir. Özellikle muhafazakâr söylemin yükselişine sahne olan Yirminci Yüzyılın son çeyreği, başta Amerika ve İngiltere olmak üzere, bu ideolojinin adını veya temel argümanlarını kullanan siyasî partilerin uzun süreli iktidarlarına sahne olmuştur. Gü-nümüzde de bu ülkelerde muhafazakârlık ya iktidardaki partiyi ya da en önemli iktidar alternatifini ifade etmektedir. Yüz-yılın kapanışında Clinton veya Blair’in isimlerinde somutlaşan “sol” hükümetlerin, muhafazakârlığın yükselen ivmesini tersi-ne çevirmeye yetip yetmeyeceği, dahası, bunun söz konusu hü-kümetler tarafından arzulanır bir siyasayı ifade edip etmediği de son derece tartışılır bir nitelik taşımaktadır. Kısacası, muha-fazakâr söylem ve ideoloji, tarihinin belki de en parlak dönemi-ni yaşamaktadır. Bütün çağdaş düşünce ve ideolojiler gibi muhafazakârlığın da tarihini kronolojik olarak gerilere, kavramın ilk kez kullanılmaya başlandığı Ondokuzuncu Yüzyıla, Ortaçağa ve hatta Antik Yunan’a kadar götürmek mümkündür. Kuşkusuz siyasî düşünceler tarihini kesin sınırlarla birbirinden ayırmanın mümkün olmadığını kabul ettiğimizde veya diyalektik bir yak-laşımla yeni olanın tohumlarının, bir önceki dönemin, yani es-kinin içinde bulunduğunu düşünenleri onayladığımızda veya “gök kubbe altında hiçbir şeyin yeni olmadığını”, yepyeni, söy-lenmemiş hiçbir sözün bulunmadığına inananları izlediğimizde, sonuçta muhafazakârlığın tarihini insanlık tarihinin baş-langıcına kadar geri götürebiliriz. Örneğin, muhafazakârlığın temelinde, gerçek olanın rasyonel olanla özdeşliğini öngören Hegelci perspektifin varlığını savunanlar için , bunun bir önceki aşamasına, farklı bir açıdan aynı özdeşleştirmenin varlığını savunan “Aristocu-Thomistik” felsefî perspektife, başka bir ifa-deyle Ortaçağa, hatta İlkçağa kadar geriye gitmek zorunludur; ancak, spesifik, somut ve çağdaşlarından belirgin bir biçimde ayrılmış bir felsefî ve siyasî teori ve pratiği ifade eden bir siyasî ideoloji anlamındaki muhafazakârlığın tarihini görece yakın bir tarih döneminde, Onsekizinci Yüzyılda durdurup netleştirme-nin ve oradan başlatmanın mümkün, açıklayıcı ve yöntemsel bakımdan da kolaylaştırıcı olduğunu söyleyebiliriz. Kuşkusuz diğer siyasal ideolojiler gibi muhafazakârlık da, içinde yeşerdiği toplumsal koşulların, ekonomik ve siyasal güç ilişkilerinin niteliğinden bağımsız değildir. Bu koşullar ve ilişkiler, her tarihsel dönemde ve her toplumda düşünce ve değerleri, felsefî tartışmaları ve siyasal tutum alışları etkiler; ve tıpkı diğer ideolojiler gibi muhafazakârlık da bu etkilerden bağımsız değildir. Ancak bu çalışmada olduğu gibi, ikiyüz yıllık uzunca bir tarih döneminde ve birbirinden farklı coğrafyalarda ortaya çıkan versiyonlarıyla birlikte ele alınan bir düşünce geleneği ve ideoloji söz konusu olduğunda, her dönem değişebilen ekonomik, sınıfsal ve diğer toplumsal koşullarla dile getirilen düşünceler arasındaki ilişkiyi çözümlemenin güçlüğü anlaşılabilir. Bu ilişkiyi belki de her dönem için ayrı ayrı irdeleyen çalışmalar gerekli ve önemli olmakla birlikte, siyaset felsefesi ve siyaset teorisi alanında yapılan çalışmalarda söz konusu ilişkilerin daha genel çizgileriyle ele alınması ve bazı değişkenlerin bir ölçüde ihmal edilmesi yoluna gitmek, felsefî ve düşünsel tartışmaları ön plâna çıkarmak gerekebilmektedir. Bu çalışmada da muhafazakâr söylem ve ideolojiyi vareden tarihsel dönem ve toplumsal koşullara yer verilmekle birlikte, ele alınan kavramla-rın iki yüz yıllık serüveninde bu koşulların her dönemde farklıla-şan etkisine ancak çok genel çizgileriyle değinilebilmiştir. Muhafazakârlık açısından ortaya çıktığı çağı farklı kılan ayırıcı vasıf veya onu belirleyici kılan temel nitelik nedir? Muhafazakâr siyasî ideolojinin doğumuna sahne olan bu yüzyılın, önceki ve sonraki yüzyıllardan ayırıcı vasfı, onun “Akıl Çağı” olarak adlandırılan özelliğinde saklıdır. Rönesans ve Reformun açtığı yolda ilerleyen felsefe, asıl ürününü, bilim ve teknikteki hızlı ve baş döndürücü gelişimlerle, üretimde niteliksel bir dönüşüme neden olan tekniklerin ve sosyo-ekonomik hareketliliğin birikimlerine sahne olan bu yüzyılda verecekti. Hümanizmin evrenin merkezîne koyduğu ve bu yüzyılda Descartes’ın kurucu özne olarak belirlediği insan, aklını kullanarak tarihinin geri kalanını bütünüyle değiştirebilecek, yeni ve daha “insanî” bir dünya kurabilecekti. Aydınlanmış akıl, böyle bir dünyanın kurulabileceği zemini; Aydınlanma felsefesinin siyasî bir sonucu olarak görülen Fransız Devrimi de bu projenin pratiğe ak-tarılmasına ilişkin heyecan verici bir deneyimi ifade ediyordu. Ancak akla dayanarak yeni bir dünya kurma umutları, kısa bir süre sonra devrimin teröründe dökülen kanda boğulacak ve devrimin hayal kırıklığının doğurduğu sükunet, Aydınlanma dönemindeki düşünsel ve toplumsal dönüşümden şikâyet e-denlerle 1789’u daha en baştan eleştiren kötümserlerin seslerini yükseltmelerini kolaylaştıracaktı. İşte bu anlamda bir giriş ta-nımı vermek gerekirse, muhafazakârlık, Aydınlanmaya, onun akıl anlayışına, bu aklın ürünü olan siyasî projelere ve bu siyasî projeler doğrultusunda toplumun dönüştürülmesine ilişkin öneri ve uygulamalara muhalif olarak ortaya çıkan, rasyonalist siyaseti sınırlamayı ve toplumu bu tür devrimci dönüşüm pro-je(ci)lerinden korumayı amaçlayan yazar, düşünür ve siyasetçilerin eleştirilerinin biçimlendirdiği bir siyasî felsefeyi, bir dü-şünce geleneğini ve zaman içinde onlardan türetilen bir siyasî i-deolojiyi ifade etmektedir. Devrimci dönüşüme karşı evrimci ve-ya tedrici değişimi savunan, geleneksel toplumsal kurumların tahrip edilmesinin, sekülerleşmenin ve dayanışmacı toplumsal yapının aşınmasının felaket getireceğini ileri süren çağın muhaliflerinin ortaya koydukları eleştirel birikim, muhafazakârlığın günümüze kadar taşıyacağı ana omurgasını oluşturacaktır. Aydınlanma ve onun siyasî sonuçlarına ilişkin muhafazakâr eleştiri genel olarak bu ana noktalarda yoğunlaşmış olmakla birlikte, dile getirilen eleştirilerin birbirlerinden son derece fark-lı kaynaklardan gelmiş olmaları ve farklı düşünme tarzlarına ve önkabullere dayanmaları ve dolayısıyla farklı siyasî çözüm ö-nerilerine kaynaklık etmeleri, “muhafazakârlık” ortak etiketinin açıklayıcılığını azaltmaktadır. Buna, muhafazakâr düşünürlerin genellikle “teorik spekülasyona” sıcak bakmamaları ve yine ge-nellikle tezlerini dile getirirken herhangi bir sistemli teori inşa etmeyi amaçlamış olmamaları da eklendiğinde, bu genel etike-tin somutlaştırılması gereği ortaya çıkar. Bu çerçevede Aydın-lanmaya ve Onsekizinci Yüzyılın sonundan itibaren başlayan devrimci siyasî dönüşümlere tepki olarak biçimlenen muhafa-zakârlığın, Batı felsefesi içindeki iki farklı düşünce geleneğinde somutlaşan iki ana biçiminden söz etmek mümkündür. Bunlar-dan ilki, Kıta Avrupa’sı, diğeri ise Anglo-Amerikan düşünce geleneğidir. Genel bir ayrımla, Fransız Aydınlanmasında ifade-sini bulan bütüncü, rasyonalist, devrimci ve kolektivist teorilere kaynaklık eden Kıta Avrupası düşünce geleneği içinde yer alan, Aydınlanma aklının ürünü olan siyasî teorilere karşı olan, ama rasyonalizm eleştirisi dışında, büyük ölçüde aynı bütüncü dü-şünce stilini taşıyan bir Kıta Avrupası muhafazakârlığına karşı-lık, İskoç Aydınlanmasında ifadesini bulan ampirisist, evrimci ve nispeten bireyci bir düşünce geleneği içinde ortaya çıkan ve büyük ölçüde ondan etkilenen bir Anglo-Amerikan muhafaza-kârlığından söz etmek mümkündür. Bu çalışmada, muhafaza-kârlığın İngiltere veya Amerika’daki bir siyasî ideolojiden öte, bir düşünce geleneği olarak ele alınması, onun Anglo-Amerikan düşünce sistemini, entellektüel ve siyasî söylemini ve sonuçta birbirinden farklı ideolojilerin pratik siyasî tutum alışlarını etki-leme özelliğinden veya gücünden kaynaklanmaktadır. Bu an-lamda muhafazakârlık, dar anlamda herhangi bir parti veya grupla sınırlandırılabilecek bir siyasî hareketin adı olmaktan öte, bu ülkelerdeki bütün bir fikir atmosferini etkileyen, Viereck (1956:15)’in “muhafazakâr mizaç” olarak ifadelendirdiği bir dü-şünme stilini, bir siyaset tarzını da ifade etmektedir. Belirginleştikleri dönemdeki siyasî koşullar bakımından bunlardan ilki, kısa zamanda tüm Avrupa’yı etkisi altına alan devrimi (1789) bizatihi yaşayan, devrimci güçlerin iktidarlarında bütün bir toplumun yeniden biçimlendirilmesi çabalarına ve bu süreçte yaşanan acılara tanık olan Joseph de Maistre ve Louis de Bonald gibi Fransız muhafazakârlarınca temsil edilen, Aydınlanmayı ve devrimi tüm siyasî sonuçlarıyla birlikte mahkûm eden, teokratik ve monarşik bir düzenden, başka bir ifadeyle eskiden yana olan, ancak devrimsel dönüşümün kurumlarının oturmasından sonra bir anlamda tarih dışı kalan tepkici bir siyasî tutumu ifade etmektedir. Buna karşılık önce İngiltere’de beliren, sonra da Amerika’daki siyasî gelişmelerle ilişki içinde belirginleşen, ilk ve en somut ifadesini Edmund Burke’ün Fransız Devriminin rasyonalist ve devrimci niteliğinin eleştiri-sinde bulan ılımlı, dengeli ve parlamenter hükümetten yana olan ikincisi, son iki yüzyılın siyasetine damgasını vuran ve muhafa-zakârlık dendiğinde daha çok kendisinin anlaşıldığı ana çizgiyi ifade etmektedir; ki bu tezde esas alınan muhafazakârlık da bu ikinci çizgideki olacaktır. Bu çizgi, coğrafî olmaktan çok felsefî bir ayrıma dayanmaktadır. Yukarıda, yükselen söylem egemen-liğinden, solu etkilediğinden, günümüzde iktidar veya en önemli iktidar alternatifi olduğundan söz edilen, seksenli yıllara damga-sını vuran “yeni sağ”ın Ronald Reagan ve Margaret Thatcher –ülkemizde ise Turgut Özal- gibi liderleri dolayısıyla tartışılan, Kı-ta Avrupa’sının Hıristiyan Demokrat veya Japonya’nın Liberal partilerini etkileyen muhafazakârlık da budur. Ancak onun Anglo-Amerikan niteliği, atıfta bulunduğu bu spesifik düşünce geleneği dolayısıyla bir ölçüde aydınlatıcı olsa da, homojen bir siyasî ideolojiyi yansıtmaktan uzaktır. Anglo-Amerikan muhafazakâr düşünce geleneğinin içinde de çok boyutlu felsefî ve siyasî kaynaklar vardır. Burke’ün diliyle Aydınlanmaya karşıdır, ancak aynı zamanda David Hume gibi bir köprüyle onun İskoç versiyonuna bağlanır; Tory geleneğinin üzerine oturur, ancak Burke’ün kendisi bir Whig’dir; aynı zamanda hem bir kopuşu, hem de bir sürekliliği yansıtan Amerikan deneyimini; refah devletçi ve özelleştirmeci, gelenekselci ve liberteryen politikaların savunucularını içinde barındırır. Fransız ve Rus Devrimlerine ve genel olarak devrime karşıdır; ancak İngiliz ve Amerikan “devrim”lerini alkışlar. Kısacası, günümüz siyasetini ciddî bir biçimde belirleyen ve ilk bakışta birbiriyle tutarlı olmayan unsurları bünyesinde barındırdığı izlenimini veren zengin bir içeriğe sahiptir. Birçok versiyonuyla günümüze gelen bu gelenek içinde “gelenekselci (traditionalist)” ve “liberteryen”, “yeni (new)” ve “bireyci (individualist)”, “Tory” ve “Whig”, “paleo” ve “neo” Muhafazakârlık gibi ayrım veya karşıtlıklarla kendisini belirginleştiren klâsik ve liberal olmak ü-zere başlıca iki ana muhafazakârlıktan söz edilebilir. Kuşkusuz bu iki ana kolun her tarihsel dönemdeki ve her ülkedeki sosyo-ekonomik ve düşünsel bileşenleri farklılık arzedebilmektedir; an-cak ana hatlarıyla bunlardan ilki daha dayanışmacı ve cemaatçiyken; Russell Kirk örneğinde olduğu gibi liberal siyasî ve ekonomik modele itirazları varken, öteki bireysel özgürlüğe, ser-best teşebbüse ve özel mülkiyete sempatiyle bakar; Frank Meyer örneğinde olduğu gibi liberalizme yakındır. Ancak bu çeşitli felsefî bileşenlerin ve farklı siyasî yönelimlerin ötesinde, muhafazakâr siyasî ideolojiyi oluşturan bir ana felsefî omurganın varlığından söz etmek mümkündür. muhafazakârlığın zaman içinde farklı siyasaların öncülüğünü yapmasına, başka bir ifadeyle, değişen siyasî tutum alışlarına karşın değişmeyen, dahası bu siyasa değişikliklerini kendisine bakarak izah edebileceğimiz bu omurgayı oluşturan felsefî öncüllerin kendisinde belirginleştiği üç ana kavramı seçebilmek mümkündür. Analitik bir ayrımla üç ana başlık olarak seçebileceğimiz akıl, toplum ve siyaset boyutları, muhafazakâr ideolojinin üç ana temelini veya omurgasını oluşturmakta; ve felsefî anlamda son ikisinin kendisinden türemiş olduğu özgün bir akıl anlayışına dayanmaktadır. Muhafazakâr siyasî ideolojinin epistemo-lojik temelini, Aydınlanmanın meydana getirdiği sarsıntının i-çinde belirginleşen bu akıl anlayışı oluşturmaktadır. Ontolojik bakımdan insanın sınırlı bir varlık olduğunu, onun akıl kapasi-tesinin evreni ve insanlığı anlayamayacağı, insanın kendi aklını kullanarak bunu başarabileceğine ilişkin Aydınlanma iyimserli-ğinin tersine aklın, bu kurum ve değerlerin “yardımından” ba-ğımsız kaldığında gerçek bilgiye ulaşamayacağını öngörür. Yeni veya eski, klâsik veya modern, gelenekselci veya liberteryen tüm muhafazakârlıkların özünde bu temel önkabul vardır. Bu önkabulün ikinci adımı toplumsal olana ilişkindir. Hiçbir zaman mükemmelleşemeyecek olan insanın ve sınırlı erişim kapasitesiyle onun aklının, toplumun tâbi olduğu yasaları bulmak ve dolayısıyla tarihten, dinden, gelenekten ve tecrübeden bağımsız olarak ideal bir toplumu oluşturmak için yeterli olmadığını, ter-sine insanın gerçek anlamını gelenek, aile ve örgütlü din gibi toplumsal kurumların içinde bulduğunu kabul etmeyi ifade e-der. Akıl ve topluma ilişkin bu temelin üzerine nasıl bir siyase-tin oturtulabileceğini kestirmek ise güç olmasa gerektir. Eğer insan aklı doğası gereği evrenin gizini çözebilecek bir kapasite-de değilse ve eğer toplum geçmişten geleceğe uzanan ve dola-yısıyla sözleşme teorilerinin basitliğine indirgenemeyecek kar-maşık ve birey üstü bir varlığı ifade ediyorsa, siyasete ilişkin olarak söylenebilecek ilk şey, onun sınırlı bir etkinlik alanı ol-ması gerektiğidir. Epistemolojik bakımdan akıl, tarihin ve top-lumun yasalarını keşfedebilecek ve onun tâbi olması gereken yasaları vazedebilecek veya ideal bir dünyayı kurma projesinin gerektirdiği tam bilgiye ulaşabilecek bir gücü ifade etmediğine göre siyaset, varolanı rasyonalist bir proje doğrultusunda total bir biçimde dönüştürmeyi öngören yaklaşımları hiçbir zaman onaylamayan ikincil bir etkinlik alanını ifade edecektir. Bu çalışmanın ilk amacı, öncelikle muhafazakâr siyasî ideolojiyi, bütün çeşitliliğinin ve farklı görünümlerinin arkaplânında yer alan ve yukarıda belirlenen akıl, toplum ve siyasete ilişkin bu temel kabulleri üzerinden betimlemektir. Muhafazakâr “teo-ri”nin zeminini oluşturan ilkeler arasında temel teşkil edenlerin belirlenerek, ideolojinin, bunlar arasındaki bağlantı üzerinden açıklanmaya çalışılmasına ilişkin bu yöntem, muhafazakârlığa ilişkin olarak neyin öz, neyin teferruat olduğunu, zaman içinde muhafazakârlığın kazandığı yeni niteliklerin doktrinin orijinal kaygılarıyla uyuşup uyuşmadığını seçebilmemizin, muhafaza-kâr ideolojinin topluma ve siyasete ilişkin tezlerinde tarih için-de değişen ve değişmeyenin ne olduğunu anlayabilmemizin, çelişkileri saptayabilmemizin veya ilk bakışta çelişki gibi görü-nen olguları, sözgelimi İngiliz Muhafazakâr Partinin ekonomi alanında bir dönem müdahaleciliği savunurken bir dönem neden liberteryen tezlere yakınlaştığını izah edebilmemizin de anahta-rını verebilecektir. Yöntemsel bakımdan muhafazakârlığın bu üç temel kavrayış üzerinden ele alınmasının, onun asıl duyarlılıklarının netleştirilmesine, başta özgürlük ve demokrasi olmak üzere birçok konudaki tartışmaya açıklık getirilmesine, sözgelimi onun demokrasi açısından ciddî sakıncalar içerdiğini veya bunun tersini ısrarla savunmanın ne ölçüde anlamlı olduğunun değerlendirilmesine ışık tutacağı umulur. Zira bu üç temel kavramın giriş analizleri bile, örneğin demokrasi konusunun muhafazakâr siyasetin asıl duyarlılıkları arasında öncelikli bir yer işgal etmediğini gösterebilir. Muhafazakârlığın aktüel siyasal tartışma konularına yaklaşımlarıyla değil, bu yaklaşımları üreten söz konusu felsefî önkabullerle ele alınması, onun siyaset yelpazesi içindeki mevcut ve muhtemel yerinin yeniden ve daha doğru bir biçimde be-lirlenmesi yönündeki tartışmalara da katkı sağlayabilecektir. Gerçekten de günümüzde sağ ve soldan oluşan klâsik siyasî yelpazenin açıklayıcılığını yitirdiği, siyaseti, esas olarak bir önceki yüzyıla ait olan sağ ve sol eksenine sığdırmaya çalışmanın artık anlamsızlaştığının sıkça dile getirilir olduğu bir dünyada muhafazakârlığın yerini netleştirmek daha fazla önem kazanmaktadır. Muhafazakârlığın rahatlıkla siyasî yelpazenin sağına yerleştirildiği ve sosyalizme karşı liberalizmle birlikte verdiği uzun bir mücadeleden dolayı bunun yadırganmadığı zamanlar, yerini, sosyalist pratiğin çökmesiyle birlikte ortak mücadelenin dayandığı geçici uzlaşmanın artık daha çok sorgulanır olduğu zamanlara bırakmıştır. Muhafazakârlığın bu tezdeki ele alınış biçiminin, klâsik liberal düşünürlerden Friedrich Hayek’in iki uçlu siyasî yelpazeye itiraz ederek, bir ucunda liberalizmin, diğer iki ucunda ise muhafazakârlık ve sosyalizmin yer aldığı üçgen önerisindeki kaygılarla daha çok örtüştüğü, üçgen biçimli bir siyasî konumlandırmanın günümüz siyasetini açıklamada daha işlevsel olduğu ve dolayısıyla bu ideolojinin liberalizm ile ilişkisinin daha sağlıklı bir biçimde belirlenmesi tartışmalarına ışık tutabileceği söylenebilir. Muhafazakârlığın başlangıç noktası olarak Aydınlanma eleş-tirisinin ve onun merkezî argümanı olarak alternatif bir akıl kavrayışının belirlenmesi, içinde bulunduğumuz çağda onun yola çıktığı ilk nokta ile bugünkü yeri arasındaki mesafenin değerlendirilmesine de olanak verecektir. Muhafazakârlığın Yirminci Yüzyılın son çeyreğindeki bazı biçimleri, onu ilk kez ortaya çıkaran duyarlılıklardan ne ölçüde uzaklaşmıştır? Eksantrik bir soruyla ifade etmek gerekirse, eğer yaşasaydı Edmund Burke Hiroşima’ya atom bombası atılmasını onaylar mıydı? Muhafazakâr söylemin yükselişi ve kazandığı siyasî zaferler, aynı zamanda onun Aydınlanmaya karşı zaferi anlamına da ge-lir mi? Örneğin, neo-muhafazakârlığın böyle bir kaygısından söz edilebilir mi? Muhafazakârlığın sekülerleşen unsurlarıyla, onun Aydınlanma programına katılması arasında bir ilişki var mıdır? Akıl, toplum ve siyaset üzerinden muhafazakârlığın betimlenmesine, onun ardından da onun siyasî konumunun belirlenmeye çalışılmasına ilişkin değerlendirmelerin ardından -veya daha doğru bir ifadeyle bu değerlendirmeler kapsamında- tezin diğer bir amacı da bu sorulara cevap aramak olacaktır. (Bekir Berat Özipek, Muhafazakarlık, Kadim Yayınları, 2005, Ankara, s.1-10)

Muhafazakârlık Üzerine Literatür Muhafazakârlık üzerine kaynaklar


B.Berat Özpek, Muhafazakârlık-Akıl Toplum Siyaset (2004)

H.Hüseyin Akkaş, Muhafazakâr Düşünce ve Edmund Burke (2005)

Ashford, N. & Davies, S. (ed.), A Dictionary of Conservative and Libertarian Thought (1991)

Cecil, H., Conservatism (1912)

Clark, D., Conservatism (1950)

Covell, C., The Redefinition of Conservatism (1986)

Devigne, R., Recasting Conservatism (1994)

Frohnen, B., Virtue and the Promise of Conservatism (1993)

Fryer, R.G., Recent Conservative Political Thought (1979)

Harbour, W.R., The Foundations of Conservative Thought (1982)

Hogg, Q., The Conservative Case (1959)

Honderich, T., Conservatism (1990)

Kekes, J., A Case for Conservatism (1998)

Kirk, R., The Conservative Mind (1954)

Kirk, R. (ed.), The Portable Conservative Reader (1984)

Kristol, I., Neo-Conservatism, Selected Essays 1949-1995 (1995)

Mannheim, K., Konservatismus (1984). Also: Conservatism (1986)

Miner, B., The Concise Conservative Encyclopedia (1996)

Minogue, K., Conservative Realism (1996)

Muller, J., Conservatism (1997)

Nisbet, R., Conservatism: Dream and Reality (1986)

Oakeshott, M., 'On being Conservative' in: Rationalism in Politics (1991) Türkçesi: Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Sayı: 1, 2005

Scruton, R., The Meaning of Conservatism (1980)

Scruton, R. (ed.), Conservative Texts (1991)

O'Sullivan, N., Conservatism (1976)

Tannsjo, T., Conservatism for Our Time (1990)

Viereck, P., Conservatism Revisited: the Revolt against Revolt (1959)

Willetts, D., Modern Conservatism (1992)

Wilson, F.G., The Case for Conservatism (1951)


İngiltere’de Muhafazakârlık

Blake, R., The Conservative Party from Peel to Churchill

Hearnshaw, F.J.C., Conservatism in England (1933)

Quinton, A., The Politics of Imperfection: the Religious and Secular Traditions of Conservative Thought in England from Hooker to Oakeshott (1978)

Viereck, P., Conservatism. From John Adams to Churchill (1956)

Amerika’da Muhafazakârlık

Dunn, C.W. & Woodard, J.D., The Conservative Tradition in America (1993)

East, J.P., The American Conservative Movement (1986)

Kendall, W., The Conservative Affirmation in America (1985)

Nash, G.H., The Conservative Intellectual movement in America since 1945 (1976)

Rossiter, C., Conservatism in America, the Thankless Persuasion (1955)


MUHAFAZAKÂRLIK

Muhafazakâr Düşünürler Muhafazakâr felsefenin büyük düşünürleri

Öncüler Baron de Montesquieu, David Hume, Adam Smith, Edmund Burke, Fisher Ames, John Adams,

Ondokuzuncu Yüzyıl:

Joseph de Maistre, Louis de Bonald, Alexis de Tocqueville, William Gladstone, Benjamin Disraeli, Orrestes Brownstone, Lord Acton, Abraham Kuyper, S. Kierkegaard,

Yirminci Yüzyıl: T.S.Eliot, C.S.Lewis, Jacques Maritain, Leo Strauss, Eric Voegelin, Russell Kirk, Friedrich A. Hayek, Richard M. Weaver, Christopher Dawson, Frank S.Meyer, Robert Nisbet, Michael Oakeshott,