Kullanıcı:85.107.124.228
Vikipedi, özgür ansiklopedi
AYDINLANMANIN IŞIĞI ve ÇAĞDAŞ EĞİTİM KURUMLARI: KÖY ENSTİTÜLERİ.
Türk ulusu, 66 yıl önce çağdaş topluma en hızlı ulaşılacak yolu, hem de %100 bu toprakların ürünü olan yolu yaşama geçirmişti. KÖY ENSTİTÜLERİNİ. "Yeni bir değişim olgusunun, çağdaş değişim sürecinin içine giren Türk toplumu; O yollara tabloyu değiştirme kararlılığı ve inancıyla çıkmıştı 17 NİSAN 1940 Günü, Cumhuriyetle birlikte. Toplum, bütün varlığını, umutlarını ve geleceğini cephelere taşımış; silah olmuş, mermi olmuş ve en sonunda zafer olmuştu Kurtuluş savaşında. Kazanılan bağımsızlığın ardından gelen Cumhuriyetle birlikte başlayan değişim olgusu. 17 NİSAN 1940 Günü her yerde, herkes'te ve her şeyde, yoktan var etmenin, her şeye yeniden başlamanın başlangıç noktası olmuştu. Bütün yenilikler Mustafa Kemal tarafından topluma tanıtılmış, anlatılmıştı. Eğitimde de yeni Mustafa Kemal’ler olmalıydı. Bu alandaki öncülüğü, değişimi ve yeniden varoluşumuzu haykırmalıydık tüm dünyaya. Bu eşsiz bir model, yepyeni bir sistem olmalı, kendini sürekli geliştiren ve yenileyen biçim ve yapıyı içermeliydi. Bu bir yanıyla bize ait olurken, diğer yanıyla da evrensel özellikte olmalıydı. Bu yeni modelimizi, tanıtma ve uygulama misyonumuzu da, coşku ve heyecan ile sunmalıydık tüm insanlığa. Bu yeni modeli yeni Mustafa Kemal’ler sunmalıydı insanlarımıza ve insanlığa. İşte o yeni Mustafa Kemal’ler; Hasan Ali YÜCEL, İsmail Hakkı TONGUÇ ve onların önderliğindeki kadrolardı. Bu misyonu onlar üstlenmişti ve topluma onlar sunacaktı. Her şeye yeniden başlamaktı bu aslında... Aslında bu; Yaşama dair güzel duygular, bilgili ve bilinçli insanların yetiştirilmesi ve aydınlık bir gelecek demekti. Bu model imece usulu ile başlayan, büyük emeklerle bezeli olmalı ve eğitim seferberliği ile sunulmalıydı. Uygar ve aydın yaşama giden güvenli ve onurlu bir yol olmalıydı bu. Fakat, uygar ve aydın yaşama giden her yolun başlangıcında karanlığın yarasaları, cehaletin kör kuyuları, işbirlikçi sürüler, onların iğrenç direnişleri ve direnişçileri hep vardı. AMA ASIL; EĞİTİMİN, BİLİMİN, AYDINLIĞIN, SANATIN ve EMEĞİN GÜCÜ, İNANCI VAR'DIR. İŞTE; O ÇAĞDIŞI DİRENİŞÇİLERİN, İĞRENÇ DİRENİŞLERİNİ EZEN, YOK EDEN GÜÇ, BU GÜÇ'TÜR. İnsanlık tarihi; üretenlerle - sömürenlerin, haklılarla - haksızların, mazlumlarla - zalimlerin kavgalarına tanıklık eder ve bunların öyküleri ile kurgulanır. ...bu kavgalara kaynaklık eden temel çatışmanın orta yerinde de, TOPRAK vardır. Ulus olarak bizler, her zaman tarıma, toprağa ve köye hep yakın durduk. Bu yakınlığımıza rağmen; bir kopukluk, bir eksiklik, bir boşluk öylece orada duruyordu sanki hep. Duruyordu elbette! Çünkü toprağı çok yakından tanımıyor, suyun gücünü akıp gittiği kadar sanıyorduk. Bir diğer yanda da Köy ve şehir yaşamı yüz yılların getirdiği dağ gibi sorunlara gebe idi. Tüm bunlara rağmen CUMHURİYET kazanımıyla çıkmıştık büyük savaşların ardından. Cumhuriyetin en önemli hedefi; TOPLUMUMUZU uygar yaşam düzeyine ulaştırmak ve çağın yakalanmasını sağlamaktı. Bu da; Bilgi ile, Bilimsellik ile, Ulusal Üretiminin teknolojiyle buluşması, kendi kaynaklarına dayalı Onurlu bir Ulusal yaşam biçimi ve Aydınlanmış kafalarla olabilirdi ancak.. O halde insanımız bilgili olmalı, bildiğini uygulamalı, yaratıcı ve sorgulayıcı olmalıydı. Bütün bunları gerçekleştirebilecek bir sistem, bir model olmalıydı. İşte bu sistem KÖY ENSTİTÜLERİ idi. Köy Enstitüleri projesi ve uygulaması; Paylaşım için dünyanın yakıldığı, yıkılıp yok edildiği, yeni sömürgecilik modelinin başlatıldığı savaş yıllarına denk geldi. Ne alt yapı vardı ne de üst yapı. Savaş gürültüleri içinde sessiz ve derinden başlayan bir hareketti Köy Enstitüleri. Bu hareketi yaratan iki büyük insan; YÜCEL ve TONGUÇ Özverili ve pratiği çok çabuk yakalayabilen, yaratıcı Anadolu insanlarımızdı. O yaratıcılık pratiğine sahip diğer Anadolu insanlarımız gibi. Bir olanak sağlandığında, Anadolu insanımız bunu en iyi şekilde değerlendirmesini bilir. İşte bunu çok iyi bilen bu iki büyük insan, dünyada büyük utkular kazanan kumandanların yaptıkları gibi; karanlıkla savaşım alanın seçimini ve bu kutsal kavganın yöntemini tam bir doğrulukla belirlemişlerdi. Köy Enstitülerinin; Eğitimin kutsal mabetleri olarak seçimi kadar, bu eğitim mabetlerinin kurulacağı yer ve yöreler de tam bir doğrulukla seçilmişti. Anadolu insanı,hiç yaşamadığı topraklardaki savaşlarda yüzyıllar boyu eritilip yok edilirken kendi topraklarında yokluğun,yoksulluğun ve cehaletin kör kuyularında kötü yazgısıyla baş başa bırakılmıştı.
İşte ilk kez birilerinin elleri uzanıyordu bu insanlara. Yerler arandı. İklimsel ve coğrafik özelliklerden doğal yapılara, yaşam öykülerini süsleyen isimlerin oluşturduğu bakir yerlere,yöresel ve bölgesel kültürel özelliklere kadar her şey dikkate alınarak, bölge halkının o andaki ve daha sonraki ekonomik yaşam ve yapıları da kurgulanarak yapıldı bu seçimler. AKSU, AKÇADAĞ, AKPINAR, ARİFİYE, BEŞİKDÜZÜ, CILAVUZ, ÇİFTELER, DİCLE, DÜZİÇİ, ERNİS, GÖNEN, GÖLKÖY, HASANOĞLAN, İVRİZ, KEPİRTEPE, KIZILÇULLU, ORTAKLAR, PAZARÖREN, PULUR, SAVAŞTEPE ve YILDIZELİ.
21 YERDE 21 GÜNEŞ BÖYLE PARILDADI.
Köy Enstitüleri sadece köye öğretmen yetiştirecek okullar değildi. Köy Enstitüleri; Eğitim ve üretim ile toplum arasındaki ilişkiler sistemine, Türk düşünürlerinin çok iyi bildiği fakat çıkar yolunu bir türlü bulamadıkları bir sorunun yanıtı, hiçbir ülkede eşi ve uygulaması görülmemiş yepyeni nitelikteki eğitim/üretim sisteminin çözümlenmiş bir sunumuydu.
Köy Enstitüleri; toplumsal geçişimizin niteliğini en iyi biçimde kavramış olan Kemalizm ilkelerine dayandırılarak batı uygarlığını anlayıp yorumlamaya çalışırken, diğer yandan bu uygarlığa geçiş yollarını, Türk toplumunun kendi yapı ve gereksinimlerine göre bulma yaratıcılığının eşsiz bir buluşudur. Köy Enstitüleri eğitim davasına sadece bir çözümleme bulmakla ve bu çözümün doğruluğunu gösteren başarıları oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda Türk toplumu üzerinde hiçbir eğitim kurumunun yapamadığı ölçüde kalıcı etkilerde bulunmuştur. Köy Enstitüleri; Altı yıl bile denemeyecek kadar kısa bir zaman süreci içinde: Eğitim, Hukuk, Yönetim, Kültür ve Düşün hayatı üzerinde pek az kişinin farkına vardığı ölçüde belirleyici ve kalıcı etkiler oluşturmuş ÖRNEK EĞİTİM KURUMLARIDIR.
Bu etkiler, Enstitüleri yıkan gerici tertiplere rağmen devam etmiş ve bu nedenle Köy Enstitüleri günümüze değin varlıklarını güçlenerek sürdürmüşlerdir.
Evet; Dün eğitim ve öğretim böyle idi…ve İşte bunlardı Köy Enstitüleri…
PEKİ, NASIL VE HANGİ GEREKÇELERLE KİMLER TARAFINDAN, NİÇİN KAPATILDI?
Köy Enstitüleri; (Demokrat Parti iktidarının bizzat ve planlı biçimde yazı ve yayın alanlarında etki gücü olan bir çok satılık kalem sahiplerini besleyip teşvik ettirdiği KARŞI DEVRİM çalışmalarına rağmen) Türkiye’nin; gelişme, çağı yakalama ve modernleşme yolundaki inanç ve isteğinin canlı taşıyıcıları olmuş, Türkiye’nin köy davasını uzak yörelerin dillerine ve beyinlerine kazıyan Makal’lardan tutuverin de on binlerce Enstitülüye kadar, en karanlık yıllarda bile, eğitimde yeni bir yapılanma modelinin örneği olarak sapa sağlam ve dimdik ayakta durmayı başarabilmişlerdir. Uzak veya yakın tarihimizde çoğu kez görülen örneklerin aksine, dağılıp kaybolan, yok olup unutulan kurumlardan biri olmamış, genç Türkiye’nin ve Türk Devrim tarihinin en görkemli yapıları olmuşlardır.
O günlerde Köylerimizin vasıflı ve beceri sahibi insan gücüne çok büyük gereksinimi vardı. Ne yazık ki bu gereksinim, Köy Enstitüleri kapatıldığı için günümüzde de hala aynen sürüyor. Köy Enstitüleri; toplumun uyanıp, aydınlanmasını istemeyen, bu süreç ve sonuçtan ölesiye korkan karanlık güçler, toprak ağaları, işbirlikçiler ve gerici çevreler tarafından kapattırıldı. Köy Enstitülerinde; 40 000 Öğretmen, 5 000 Sağlık Memuru, 5 000 Ebe, 5 000 Ziraat Tenkisyeni, 1 000 Tarım Kooperatifçisi, 1 000 Ziraat öncüsü, 1 000 Nahiye Müdürü yetiştirilecek ve 1945-1955 yılları arasında bu alanlardaki sorunlar bitirilecek, daha 1960 yılına gelmeden okulsuz ve öğretmensiz tek bir köy kalmayacak, doğu hizmeti, rotasyon gibi sorunlarla ülkemiz hiçbir zaman tanışmayacaktı. Türkiye’nin 21 yerine Köy Enstitüsü, ayrıca Hasanoğlan’a da Yüksek Köy Enstitüsü kurulmuştu. Amaç, o bölgenin çocuklarının, o bölgenin öğretmen gereksinmesine göre yetiştirilmesi ve kendi yerleşim alanlarında görev yapmalarıydı. Eğer KÖY ENSTİTÜLERİNİN ÖNÜ KESİLMESEYDİ; •8 yıllık zorunlu temel eğitim, 1997’lere kalmadan daha o dönemde çözümlemiş olacaktı. •Öğrenciler ilgi ve yeteneklerine göre yetiştirilecekleri için,bu gün karşımıza çıkan meslek seçimi kararsızlıkları ve yanlışlıkları hiçbir zaman yaşanmayacaktı. •Köylerimiz teknolojinin verilerinden yararlanacak, köylülerimiz çağdaş ve modern bir yaşam içerisinde olacaktı. •Kız öğrenciler sayesinde köy kadını aydınlanacak aşırı nüfus artışı engellenecek, ana-çocuk sağlığı sorunu diye bir sorunu çoktan unutmuş olacaktık. •Günümüzde yaşadığımız ve temelinde üretim ve ekonomik nedenler olan, köyden kent’e göç ve bunun sonucunda oluşan gecekondulaşma olgusu olmayacak, “köyün kentleşmesi” hedeflenirken, günümüzdeki “kentin köyleşmesi” sorunu yaşanmayacaktı. •Topraksız kalmış insanlar sorununa, insansız kalan topraklar sorunu eklenmeyecekti. •Böylece “Orada, Uzaktaki Köy”, hala uzakta kalmış köy olmayacaktı. Unutmayalım ki; gitmediğimiz bir yer bize ait değildir.
Köy Enstitüleri’nin kapatılması; toprak ağalarının, çıkarcı marjinal çevrelerin oy sayılarını tüm değerlerin üzerinde tutan çirkin politikacıların, popülist yaklaşımcıların, satılık kalemlerin ve Karşı Devrimci gerici takımının işbirliktelikleri ve kışkırtmaları sonucu gerçekleşmiştir.
Onlara göre; sözde dinsiz, Allah’sız ve ahlaksız solcuların, komünistlerin tümü öcü idi ve geliyorlardı.
Aslında gerici ve çıkar çevrelerinin beklentileri ve korkuları; ne solcular, ne komünistler, ne din kaygısı ve ne de iktidara taşıdıkları sağcılar'dı. Karanlığın kan emici yarasaları sadece aydınlıktan ve ışıktan korkar. İşte yok etmek istedikleri bu AYDINLIK ve PIRIL PIRIL ONURLU gelecekti. Çünkü böyle bir gelecekte onlara asla yer olmayacaktı. Asıl korktukları bu idi ve bundan korkuyorlardı. Çünkü; Artık insanımız, özellikle köyümüz ve köylümüz uyanıyor, “çekirdek”ten yetişmeye başlıyordu. Kimsenin beynine hükmedemeyecekleri “Aydın bir kuşak” oluşuyor ve onlar gümbür gümbür geliyordu. Toprak dağılımındaki dengesizliğe karşı bilimsel, demokratik bir mücadele ve başkaldırı geliyordu. Toprak reformunu başka bir anlamıyla, halkın kendisi gerçekleştirecekti. Bu kan emici çevrelerin korktukları tek şey, bir halk hareketinin oluşmasıydı. Eğitim yoluyla oluşturulacak, haklı ve güçlü bir halk hareketi karşısında feodal yapının, ağalık sisteminin gücü ne olabilirdi ki? Kan emici ve işbirlikçi bu çevreler, tüm bu olup bitenlerin en başından beri farkında ve bilincindeydi, düzenleri artık iyiden iyiye çökmeye başlayacak, “ağa öyle istiyor, öyle olacak” saltanatı sona erecekti.
Türkiye’ nin çok partili sisteme geçişiyle birlikte(1946), siyasetimiz de çalkantılı bir döneme girmişti.
Atatürk İlke ve Devrimlerini hedef alma yürekliliği gösteremeyen, her yobaz ve işbirlikçinin yaptığı gibi “Sahibine sövemiyorsan, eşeğinin semerine söv” yöntem ve bilinci ile, Köy Enstitüleri hedef olarak alınıp, yerden yere vurulmaya başlandı.
Öte yandan CHP’nin de demokrasiden ve eğitimden ödün verircesine, aydınlık geleceğimizi yaratacak olan bu projenin mimarları; Hasan Ali YÜCEL, İsmail Hakkı TONGUÇ ve arkadaşlarını Milli Eğitim Bakanlığı’ndan uzaklaştırması sonucu, bu çevrelere tam anlamıyla gün doğmuştu.
Artık o efsane isimler ve kadrolar yoktu.
Burada sorgulama ve belirleme olması açısından şunu ifade etmek istiyorum;
CHP; bu davranışı ile kendi aydınlanma projesinin önünü yine kendisi kesmiş, bunu; iktidarını sürdürebilmek, 3-5 ağanın oy'unu almak adına, yada başka nedenlerle yapmıştır. Her ne neden veya nedenlere, yada ne adına yapmış olursa olsun, sonuç olarak CHP o beklentisine HİÇ BİR ZAMAN kavuşamamıştır. Ama Atatürk karşıtları, KARŞI DEVRİMCİLER arzularına fazlasıyla kavuşmuşlardır. Ne gariptir ki, onların önünü açan da CHP olmuştur. Bu sonuç, en büyük vebal ve sorumluluğuyla C.H.P.’nin omuzlarındadır.
Toplumun aydınlanması ve toplumu demokratikleşmeye götürecek olan Köy Enstitüleri’nin kapatılması için çıkarcı ve gerici çevreler ise, bu konuda üzerlerine düşen ne varsa, zaten onları yapmaktan hiçbir zaman çekinmemişlerdir.
Toplumun gözünün açılması ve uyanması, karşısında artık varolmayacaklarının bilincinde olan bu asalak çevreler, çok partili sisteme geçildiğinde ise mevcut ortamdan ve koşullardan yararlanarak; bilimsel, çağdaş ve laik eğitimin önünü tıkamışlar, bundan sonraki süreçte de ülkeyi adeta imam hatip okullarıyla bezeyerek kendi potansiyel oy kaynaklarını yaratacak süreci başlatmışlardır.
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Köy Enstitülerinin programı, öğretmen okullarının programıyla birleştirilmiş (1951), ve 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı yasayla tümden kapatılmıştır.
...Van, aşiret reislerinden ve aynı zamanda DP’den milletvekili olan Kinyas Kartal’a, Köy Enstitüleri’nin niçin kapatıldığı, kapatılma konusunun temelinde gerçekten komünizm faktörü vardı da bu kapatılma onun için mi gerçekleştirilmişti? şeklinde sorulan bir soru üzerine; Köy Enstitülerinin komünist yuvası olmadığını vurgulayarak şöyle yanıt vermiştir:
“...Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Burada yaşayanlar devletten daha çok bana bağlıdırlar. Sözümü dinlerler. Benim köyümden iki çocuğu alıp Malatya’daki Akçadağ Köy Enstitüsü’ne götürdüler. Çocuklar giderken doğru dürüst Türkçe bilmiyorlardı. Orada eğitildiler, yetiştirildiler. Bana da baskıyla iki köye okul yaptırdılar. Çocuklar, okullara gelip öğretmen oldular. Öğrendiklerini öğrencilerine, ailelerine ve köylüye öğrettiler. Köylüler Türkçe öğrendiler. İki yıl öncesine kadar köylünün tüm işlerini benim adamlarım yapar, Mektuplarına kadar onlar yazar, devlet kapısındaki işleri onlar takip ederdi. Bütün bunlar ortadan kalktı. Sözlerimden uzaklaşır oldular.. Tüm bunlara Rusya’da eğitim görmüş, Rus ordusunda subaylık yapmış olan ben dahi izin veremezdim.”
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere; İnsanlara karanlığı reva görmek isteyen çıkarcı gruplar, kendilerini toprağa ve aynı zamanda insanlara da sahip olarak görüyorlardı. Onlar üzerinde, sözde, her türlü hakları vardı.
İşte Köy Enstitüleri bu yüzden kapatıldı. Komünizm ise sadece görünürde bir bahane olarak kullanıldı.
“...Enstitü çalışmaları; gerektiğinde değişken, ama bitmeyen, her zaman süreklilik gösteren bir uygulama içinde yapılırdı. Okul hiç kapanmazdı Öğrenciler kısa süreli izinlere, staj ve inceleme gezilerine, başka enstitülerin yardımına giderdi. Mezun olanların enstitü ile ilişikleri kesilmezdi. Öğretmen olarak Köyde görev yaparken de çeşitli noksanlarımız tamamlanır, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarımızın giderilmesi için yardım edilirdi. Öğretmenler,açılan eğitim kurslarında yeni gelişmeleri izleyip kendi deneylerini, karşılaştıkları zorlukları ortaya atarlardı. Bunlara ortak çözümler üretirdik. Bu kurumlar yalnız mezunlarına değil, onların ana-babalarına ve tüm köylülerin yararlanmasına da açıktı. Köy Enstitüleri, köylüye yol gösterici ve rehberlik ediciydi. Kapanmamış olsaydılar her bölgedeki enstitü o bölge halkı için sürekli eğitim yapan bir merkez durumunda olacaktı...” Böyle diyor Pakize TÜRKOĞLU.
Evet, Köy Enstitülerinin en temel hareket noktası "EĞİTİM, ÜRETİM İÇİNDİR" sloganında özetlenirdi.
..nereden nereye, değil mi?
Çok yazık...
M. Ruhi SAYMAN 19.03.2006
e-posta:ruhisayman@mynet.com